12 Mart 2014 Çarşamba

Bir Avm Uğruna Elvan

Hep bir şeyler oldu bu topraklarda ve yine bir şeyler oluyor. Kendi yazdıklarımdan ziyade başkalarının yazdıklarını paylaşacağım bu gönderide. Bir yangın var hepimizin yüreğinde. Acılarımız ortak ancak yıllardır taraftarlığımız yüzünden duygu ortaklığımıza rağmen bir araya gelemiyoruz, birbirimizi etiketliyor ve ötekileştiriyoruz. Bu durumun bedelini ağır ödedik ve ödemeye devam ediyoruz.

Şeyh Bedrettin Destanı'nda anlatır Nazım Hikmet bir şeyler, der ki;

İznik gölünde akşam oldu. 
Bedreddin eğildi suya 
                         avuçlayıp doğruldu.
Ve sular 
parmaklarından dökülüp 
tekrar göle dönerken 
                             dedi kendi kendine: 
«— O âteş ki kalbimin içindedir 
       tutuşmuştur 
       günden güne artıyor. 
       Dövülmüş demir olsa dayanmaz buna 
       eriyecek yüreğim..

Günden güne artıyor bazılarımızın içindeki ateş. Çok söz söylemeyeceğim. Bir ekmek için bir can ödenen ve paslı bıçaklarla adam öldürdükleri kanıtlanan insanların tahliye edildiği zamanlardayız. Mazlumun hakkı korunmadığı sürece bizi kimin yönettiğinin önemi kalmıyor.

'   Berkin Elvan daha genç bile değildi. Halk arasındaki tabiriyle daha bıyıkları terlememişti.
14 yaşında girdiği komadan 15 yaşında da çıkamadı. Kararı verilmiş bir AVM kavgasında hayatını kaybetti. Tıpkı Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet Atakan, Medeni Yıldırım ve polis memuru Mustafa Sarı gibi.


    Basit bir ağaç hassasiyetiyle başlayan eylem, başladığı yerde söndürülecek ve toplumsal barışı yerle bir etmeyecekti ki, ‘verilmiş karar’ uğruna buna müsaade edilmedi. On yıllar sonra ilk defa bulma ihtimalimizin doğduğu toplumsal uzlaşma imkanı da bir AVM uğruna çarçur edildi.
    Her toplumsal talebe yumrukla cevap vermenin Türkiye’yi getirdiği noktayı görüyor musunuz? Başbakan milli iradeyi, her dediğini, her düşündüğünü yapabilme hakkı olarak değerlendiriyor. Beş yılda bir sandıkta oy vermeyi, ülkedeki bütün iradenin bir kişide toplanması için yeterli görmek, hangi demokrasi anlayışına sığar.


    Başbakan, Gezi olaylarında tansiyonun düşmesine asla müsaade etmedi. Araya girmek isteyip tansiyonu düşürme gayretinde olan Kadir Topbaş’ın, Bülent Arınç’ın, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün çabalarını boşa çıkarttı. Bir belediye başkanının karar vermesi gereken konuya sürekli müdahil olup gerilimi yükselttikçe yükseltti. AVM yapmaktan vazgeçip ağaçları koruma sözü vermek yerine, kendisini destekleyenleri sokağa dökme tehdidinde bulundu. Kabataş’ta başörtülü kadına saldırı olayından, Dolmabahçe’deki camide içki içildi tezviratlarına kadar birçok konuda yapılan açıklamalarla toplum bölündükçe bölündü. Gezi Parkı’na yapılacak AVM bir can eder miydi? Bir değil tam sekiz cana sebep oldunuz. İnatla tansiyonun düşmesine müsaade etmediniz. Yumruğa yumrukla, sopaya sopayla, kurşuna kurşunla mukabele ederek ülke mi yönetilir? Hele Türkiye gibi bir ülkede bu metodun nasıl sonuçlar doğurduğunu defalarca görmedik mi?


    En kolay katlanılan başkasının acısıymış ama birazcık vicdan taşıyan insan başını yastığa koyduğunda 14 yaşındaki bir çocuğun öldürülmesini içinde nasıl taşıyacak merak ediyorum. Sadece Berkin Elvan’ın değil Ali İsmail’in, Ethem Sarısülük’ün, polis memuru Mustafa Sarı’nın ve diğerlerinin ölmesine değdi mi? Buradan ‘milli irade’ pazusu göstermenin manası var mıydı? Allah muhafaza o çocuk kendi çocuğunuz olsaydı da, ‘milli irade milli irade’ lafları etmeye devam eder miydiniz? Yoksa bir kere dönüp de “Bir AVM yüzünden bu çocuğun hayatını kaybetmesine, bu kadar bölünmeye, bu kadar kamplaşmaya hiç gerek yoktu. Bu ateş kıvılcımı, olduğu yerde sükûnet ve suhuletle söndürülebilirdi.” diyor musunuz?


    Başbakan, Gezi olaylarında yaptığı gibi bugün de kendi ha
talarının bütün faturasını başkasına, bir heyula ortaya çıkartıp ona yüklemeye devam ediyor. Gezi olaylarının başlamasındaki hataları, başarısızlıklarını, Kabataş ve Dolmabahçe açıklamalarındaki yanlışlıkları görmezden geliyor. Yargı ve emniyete darbe vurarak devletin çivisini çıkarttığı gibi, toplumsal emniyetin, barışın ve huzurun da çivisini çıkartmış durumda. Her meydanda öfke dili, nefret dili, kin ve şiddet diliyle demokratik bir toplumu sindirebileceğini, korkutabileceğini zannediyor.


Mehmet Kamış - 14 Mart 2014 - Zaman Gazetesi'



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder