25 Ekim 2015 Pazar

Uzun Zamanın Kısa Özeti

Hayatım çok düzenli veya tam tersi çok düzensiz olunca daha az yazdığımı farkettim. Hayatımızda olan en küçük şeylerin bile büsbütün hayatımızı değiştirebileceğine, hayatımızda olan herkesin tam olarak açıklayamasakta bizim üzerimizde kocaman etkisi olduğuna inanan biriyim.

Şuan yazmamın nedeni de hayatımda böyle bir şey..

Masamın üzerinde okunmayı bekleyen dört kitap var:
1) Trendeki kız / Paula Hawkins
2) Böyle buyurdu zerdüşt / Fredrich Nietzsche
3) Yoldaş / Casare Pavese
4) İnsanoğlu ayağa kalk / David Icke

Açıkcası bu kitapların hepsini aynı anda okuyorum, sanki bir pastaneye girmişim de farklı çeşitte baklavaları "ya bide şunun tadına bakabilirmiyim" diyerek biraz da yüzsüzlükle istiyor hepsinin tadını aynı anda merak ediyormuşum gibi. Hangisinin en lezzetli olduğunu başka bir yazıda anlatayım.

Ben huysuz bir adamın günlüğünü okurken yazdıklarımı, yazarken aldığım keyfi çok özledim. Bunu bu sabah farkettim. Uzun zamanın kısa özetini yapmaya da aynı zamanda karar vermiş oldum.

Ah be, bir korsan gemisinin kaptanı olmayı hedeflerken kendimi endüstri mühendisi olmuş, törene istediğinizi çağırabilirsiniz falan muhabbeti geçerken 15 saniye içinde elime diploma verilmiş, tüm hocalarla öpüşülüp helallik alınmasının ardından eve yollanmış "artık mühendissin kaç yaşına geldin hadi bir şeyler yap, askere git, iyi bir iş bul, istediğin arabayı evi almak için para biriktir, istersen yüksek lisans yap, belki biraz dinlenmek için imkanın elverdiğince tatilin keyfini çıkar" gibi bir algı havuzunun içine atılıverilmiştim.

Bu gaz ve beklenti havuzunda kulaç atarken henüz okuldan mezun olmadan gelen birkaç iş teklifi ve iş görüşmelerinin de verdiği gaz ile elimde diplomayla "hülooğğğ" şeklinde ortalarda dolaşır olmuştum.

Lafı uzatmadan sadede gelirsem bu gazın sönmesi, talihsizliklerin birbirini kovalaması ve işsizliğin dibine vurmam dört ay sürdü. Artık cennet vatanımızın 81 ilini ayırt etmeden yaptığım iş başvurularının hiçbirine cevap alamadığımı görünce 2 Ekim 2015'de aldığım bir telefon, gittiğim bir iş görüşmesi sonucunda Bağdat Baharatları firmasında İthalat İhracat Sorumlusu olarak işe başladım.
İki hafta içinde işten çıkma kararı aldım ve sanırım haftaya ayrılacağım.

Bu günlerde motosikletle yolculuk yapmayı o kadar özlüyorum ki. Yaklaşık iki ay önce güzel yoldaşım, prensesim Gypsy ile yollarımız ayrıldı. Son fotoğrafımızı da buraya ekliyorum.

Ankara'yı çok severim, iyi ki kışları sert geçiyor, yağmur yağıyor, hava kapanıyor, kar yağdığında "asvaltlar ışıldıyor, buz tutuyor resmi yalanlar". Kışı geçirmek için, aynı zamanda annemin aktif araç kullanımına geri dönmesine de katkısı olsun diye ufak bir araba aldım. Aynasına da yıllar önce Sinop'ta amcamın bana hediye ettiği "araban olursa aynasına asarsın" dediği yıllardır da masamda duran tekneyi asıverdim.

Minicik elleriyle ailemizin kocaman genişlemesine neden olan yeni bir kuzen sahibi olduğumu da dile getirmezsem ilerde bunun hesabını sorar diye düşünerek Meleknaz'ın da bir fotoğrafını şuraya iliştiriyorum.



Bunu belki o kadar çok tekrar ettim ki, düzenli olarak yazdıklarımı okuyanlar sıkıldı. Ancak tekrar dile getirmek istiyorum. Bunun nedeni buna inanmak istemem, yazmak için bir kuvvet bulmak istememdir.

Ben neden yazıyorum aslında biliyor musun? Ben kendimden kaçıyorum, huysuz bir adamın yazdıklarına yaklaşıyorum hava karardığı zaman. Yıldızları düşündüğümde her seferinde içimi bir hüzün kaplıyor. Hafiften melankolik yanımı bir nebze de olsa alıp kenara götürüyor. 3 kilogram olan minik bir bedenden dünyaya açılan gözlerin neler gördüğünü hayal etmekten, bunu paylaşmaktan zevk alıyorum. Bildiklerim o kadar az ki, bunların bir kısmını kendime saklamamakta sakınca görmüyorum. Yazdıklarımı ayda yılda bir okuduğumda kendimi hatırlıyorum. Kaybettiğim heyecanımı, mutluluğumu, sevdiklerimi ve heveslerimi yazılarımda buluyorum.

Ve hepsinden önemlisi yazdıklarımı biri okur da, yüzünde bir gülümseme oluşur diye seviniyorum.

Zagoncu