3 Ekim 2018 Çarşamba

Beklemeyi Öğrenmek

Ne kadar sabırsızdın bir zamanlar hatırlar mısın? Tez canlılığının da katkısı var elbet, lakin çok mu zordur beklemeyi öğrenmek?

Bazı şeyler zaman ile olgunlaşır, zaman gereklidir, zaman geçer, zaman biriktirilemez.

Bazıları bekler sevdiğini taze ölüyü mezarın beklediğinden daha çok, bazılarıysa çocukken bahçeye diktikleri kiraz ağacının büyümesini bekler. Beklemek sahi bu kadar kötü müdür? Beklemek sevilemez mi? Beklemek öğrenilemez mi?

Beklemek de güzeldir, ilk baharda açan kiraz çiçeklerini seyretmek gibi, her yıl gövdende bir halka daha çizer gibi, yelkenlini uzaklara götürecek o rüzgar sana doğru eser gibi.

Zamanla beklemeyi öğrendim, eğer bir projeye başlıyorsam hemen bitmeyeceğini, yavaş yavaş olgunlaşacağını öğrendim, en iyi öyle sonuç alındığını öğrendim. Bir fikre tutunduğunuz olur mu hiç? Çocukken kurduğunuz hayaller? Beklemek.

-Oğlum yaz gelsin tatile gideceğiz.

Tatili beklemeyi öğrendim, dört gözle, belki o tatile hiç gidemesekte.

Beklemeyi bilemediğim şeylerin çok çabuk elimden uçup gittiğini öğrendim. Bir gün mezun olacağını bilirsin, bir gün bazı şeylerin de olacağını bilirsin, örneğin bir yerlerde deprem olacağını, arabanın yağının değişmesi gerektiğini, evin tozlanacağını, su vermezsen kiraz ağacının yapraklarını bükeceğini. Bilirsin.

Bir şeyi bilmek ile beklemek arasında şöyle bir fark görüyorum. Eğer bir şeyi beklersen o şeyi gözlersin, gözlersen umursar ve hayal kurarsın, hayal kurarsan aksiyon alırsın, beklemeyi seversin, bir gözün der orada olur, bir kulağın beklediğini duyar. Seversin.

Ha tabi dolar 7.5tl olur diye bekleyip 7 liradan dolar alırsan 6 liraya düşer orası başka mevzu.

Beklemek de güzeldir. Bir başka bahar için yaprak dökmek gibi, bir akarsuyu seyretmek gibi. Sevince beklemek sarı bir menekşeyi koklamak gibi.

20 Temmuz 2018 Cuma

Zamanı gelenler

"il tempo vola"
Böyle söyleniyor İtalyancada "zaman uçar".

İki sene geçti üzerinden, zaman boyutunda iki sene ileri gidildi ve yüzümdeki çizgilere dört yenisi eklendi. Seyrek sakallarım biraz gürleşti, seyrek saçlarım biraz zayıfladı..

İki sene önce temmuz ayının bu günlerinde içimde tatlı bir heyecan ve bırakıp gitmenin kaçmaya çalıştığım yükü vardı omuzlarımda. Sahi bir insan yer yüzünde yer değiştirdiğinde arkasında neleri bırakır? Nelerden vazgeçer ve nelere kavuşur? Zaman çizgisinde kendisi için ışığın ne zaman söneceğini bilmeden yaptığı seçimler ile yol mu alır?

Şimdi 45.501N, 9.1E konumundaki yurdumda masa lambasının ışığında yatağımda uzanıyorum. Yazmaya başladığım anda hoş bir yaz yağmuru başladı penceremin dışında. Sahi yağmur sesiyle huzur bulmayanlar var mı aramızda?

İki sene önce bir seçim yaptım, aileme ayırabileceğim vakitten, arkadaşlarıma ayırabileceğim vakitten, işyerimdeki kariyerimden, hali hazırda okuyor olduğum yüksek lisans programından, Melih Gökçek in gidişiyle Ankara'daki değişimi gözlemleme fırsatından, motosikletimden ve Türkiye'de yaşıyor olmanın getirdiği iyi veya kötü ne var ise hepsinden vazgeçmiş oldum.

"il tempo vola"

Zaman uçtu, iki sene geçti üzerinden ve şimdi yağan yağmurun sesine hayranı olduğum gök gürültüsü de eklenince kendimle baş başa kaldım. Ben kendimden neler çaldım? Ben ne kadar eksildim ve kendime neler kattım?

Tam bir hafta sonra tam da bu saatte Ankara'da olacağım. Bilerek uçuş saatini geç aldım, doğduğum ve büyüdüğüm şehrin ışıklarına tepeden bakmak, cadde cadde gezdiğim sokaklarını, renginden binalarını tanımak benim bu şehre selam verişimdir.

Dünyada çok güzel şehirler var, çok güzel denizler, kumsallar, çöller, vadiler, binalar ve köprüler. Bilirim eksiksin sen de biraz, nankörlük edenin çok ve sevenin az.

"il tempo vola"

Uçan zaman kavuşturur mu özlenenleri
Sokak lambaları anlatır mı sabredenleri

Zamanı gelenler ile bitirmek istiyorum yazdıklarımı. Kendime öğütümdür:
2 yıl geçti, ancak artık zamanı geldi. 17 yaşında hayallerinin peşinde koşan sen artık ne yapacağını biliyorsun. Öyle sabah 9 akşam 5 otur otur maaş al araba al ev al arsa al yok! Hayal kur, hedef koy, yol al! Ve unutma bugün saç kesimine 10Eu verdin.

____________________________
Dipnot:
Anne, baba, abla, mehmet abi, ayşem, irem, aysu, acf, sfp, yağmur, yiğit, hande, sefa, hüseyin, buket, bobi, yavuz, oğuz, düğününe gelemediklerim, doğum günü hediyesi alamadıklarım, beraber çay içemediklerim, kuzenlerim, diğer arkadaşlarım ve yöneticisiz kalan apartman sakinleri.. hepiniz hakkınızı helal edin. Sizlerin desteği sayesinde 12 ders verdim, 1 tez yazdım, kendimi olabildiğince geliştirdim. Sağ olun var olun esenle kalın ve aidatlarınızı zamanında ödeyin.

20 Mayıs 2018 Pazar

Twitter Derlemesi (09.17'-05.18')

Bir gece vakti aklıma gelen dörtlükleri şiirimsi bir tatta twitter da paylaşıyorum. Orada yok olup gitmesinler diye buraya tarihleri ile beraber not almaya karar verdim.


Şimdi başka kıtanın kuşları anlatır senin hikayeni
Çocuksu heyecanım kayıp bu gece yüzümde poker maskesi
Tam kurtuldum diyorum rahatım anılarsız
Yine bir yıldız kayıyor gökyüzümden zamansız
(15 Mayıs 2018)

Ve şimdi konuşamazken seninle
Bakışamazken gözlerimiz
Ah kalbine papatyalar ektiğim
Sensiz limansızdır gemim
(11 Mayıs 2018)

Yeşil bir nehir gibi akar gözlerin
Bu karanlık gecede gökyüzüne
(10 Mayıs 2018)

Bir ümit öyküsü bu gece sonunu yazdığım
Oysa hayallerdi nadasa bıraktığım
El ayak çekildi sokağın kalbinden
Korkumdur denk olamamak sana
(7 Mayıs 2018)

Bir şehirde doğdum, her şehirde sevdim seni
Bugün seni son gördüğüm şehirden geçerken buldum beni
Kaçabilir mi insan hayal kurmaktan?
Bu gece seyredelim ve hayale dalalım bu güzel semadan..
(4 Mayıs 2018)

Çocuksu düşlerime aittim bir zamanlar
Evde hissetmek midir acı çayın kokusu
Savaşır yıkık bir kalede arda kalanlar
Sonsuz bir döngü iken toprak ve su
(1 Mayıs 2018)

Belki de diyorum, bu kadar dert olmasaydı içimde
Bu kadar yük olmasaydı omuzlarımda
Biraz da vurdum duymaz olsaydım
Asla bir şiir yazamayacaktım
(24 Nisan 2018)

Seni sevmek geride bırakamadığım bir şey
Ayın her 14 günde bir gümüş tepsi gibi parlamasına benzer
Seni sevmek düşlerimin bir döngüye kısılıp sana gelmesidir
Tam kendimi kandırmış iken sonbahar gözlerine düşlemem
Seni sevmek
Senden uzakta, sen bilmezken
Bendeki seni beslemektir
(23 Nisan 2018)

Hiç olmadığım bir kişi oldum bu gece
Bin yüz maskeden birini takıp zamana karşı anılar bıraktım
Ve uzanıp yatağıma, dalacağım düşlere
Düşler ki baş rollerinde, sen bir tuzaktın
(20 Nisan 2018)

Zamanın gölgesinde kaybolmuşsun, yaşını bilmiyorum
Sisler bulvarında bir delilik çalıyor bu gece, sesini dinliyorum
9 farklı boyuttan altısında seninleyim
Rüzgarın getirdiği sesler ve ben evimdeyim
Lale mevsiminde senin güneş değiyor saçlarına
Bu gece gelsen keşke öksüz düşlerime
(16 Nisan 2018)

Yine dünyanın ışık görmeyen yüzünden sana yazıyorum şiirlerimi
Bilir misin seninle yürüdüğüm kaldırımlar hüzünlendirir
Bulutların beyazı ki yüreğinin rengidir
Yanar mı mektuplar, yerlerde külün
Halen kulağımda olan sesinin ahengidir
(10 Nisan 2018)

Dudak payı bırakmazken bakarken gözlerine
Şimdi bana 13 şehir uzaklardasın
Bu gece boş sokaklar, elim cebimde
Yaşatıyorum anılar benim içimde
(8 Nisan 2018)

Aklım yetişemez aklına
Sevdam ulaşamaz ellerine
Ve bu gece sevdiğim kadın
Hisli bir meltemdir düşlerimde
(8 Nisan 2018)

İlkbaharda çiçekler açıyor sanıyordum
Ve geceleri dinlenir insan
Sen beni çok uzaklarda arıyordun
Ruhundan içeri seslenir insan
(7 Nisan 2018)

Ve yüzünün tüm kıvrımlarını ezberlediğim o gece
Bir dolunay gecesiydi bakmıştım gözlerine
Şimdi yine bir gece, dolunay ve bulutsuzluk gökyüzü
Acıtıyor getirmek anılardan o düşü
Eğer kırılmış olmasaydım diyor şair
Geceleri neyleyim yaşardım gündüzü
(1 Nisan 2018)         

Bir yaprak savruldu bu gece
Poyraz esiyor sokaklarım
Sokak lambaları sessiz, konuşmuyor tek hece
En uzak galaksilerde bulur seni dudaklarım
(30 Mart 2018)

Gökyüzünde yarım ay aydınlatıyor geceyi
Rüzgarlar yarım kalmış hayallerin hikayelerini taşıyor
Gözlerim kapanmıyor, zihnim susmuyor bir saniye bile
Sarılıyorum zifirde, tek dostum kalemime
(24 Mart 2018)

Mısralarım anlatırken en puslu hislerimi
Uğraştım ve çözemedim kalbindeki sislerini
(22 Mart 2018)       
                               
Bir cumartesi günü, hava buz
Aksak bir ritim çalıyor sokakta kopuz
Ellerin uzakta düşlerimde sen
Şiirlerim dökülüyor yine, sen habersizken
(23 Aralık 2017)

Bir pazar sabahı düşledim seni
Ve bekledim seninle galaksileri
(23 Eylül 2017)

3 Nisan 2018 Salı

Kırılmışlar (3)

Bu yazmak istemediğim satırlar, yazmak istemediğim bir zamanda dökülüyor kağıda. Saman rengi kağıdın üzerinde harfler kelimelere dönüşüyor, kelimeler cümlelere, cümleler yüklemleri barındırıyor içinde ve içimde tutamadıklarım dokunuyor artık içime. Yazıyorum.

Zaten kırılmış olmasaydın demişti şair, sen de severdin biliyorum.
Kaybetmeden yazdığını sanmıştı, henüz kazanmadığının da bilincindeydi.
Düşündü.
Her şey nasıl başladı?

Hiç bir şey kazanmamışken mutluydu, hiç bir şey kazanmak da istemiyordu. Kaybetmekten korkmaktan ziyade, kazanmak için bir şeyler vermek gerekirdi. Onun artık verebileceği pek bir şey yoktu. O ve diğer kırılmışların bu işlere karnı toktu.

Hiç bir şey kazanmak istemezken kendini kaybetmekten korkarken buldu. Kendine bile söylemeden verebilecek bir şeyler bulmuş, zaten kırılmış olan şeyleri zor bela tutturmuş ve vitrine koymuştu. Dışarıdan geçenlerin gözleri, o vitrinde hiçliği bulmuştu.

Bir ümit bekledi onun gözleri vitrine ulaşır, verebileceği son şeyi toparlayıp ona sunmuş olandan etkilenir sanmıştı. Hatta bir gece ondan uzakta, bir sokak lambasına bakıp "Eğer gece olunca yanmasaydı sokak lambaları, ateş böceklerini pencerenin önüne yollardım" demişti.

Ancak atladığı en önemli şey belki de vitrinin önünden geçeceğini umduğu kişiyle aslında aynı galakside bile olmayışıydı. Başka bir evrendeki biri onun kırılmış olan şeyleri zor bela tutturup vitrine koyduğunu nereden bilsin, bilse bile nereden gelip onun sokağından geçsin, geçse bile neden onun vitrinine baksındı. Evet o aynı galakside olmadıklarına çok sonraları aymıştı. Bu ilizyon o istemese de onu sarmıştı. 

İşin bir de diğer galaksi boyutu vardı. Henüz kazanmamış biri "Kaybetmek ihtimal iken, ellerini çocuksu heyecanımda buluyorum" diyordu. Ancak karşısındaki "Ellerim başka bir galaksinin boşluğunda süzülmekte" demiyordu. Şimdilerde ise bu durum çok ustaca yazılmış bir tiyatro eserine benzetilmekteydi. 

Hayır ona kızmıyordu.
Kendine kızıyordu. Henüz bir şeyi kazanmadan bile kaybetme ihtimaline üzülecek kadar kendini kaptırmaya ne gerek vardı? Kırılmışları toplayıp vitrine koymaya ne gerek vardı? Boş vitrinle de tiyatro oynanırdı, bunu daha önce ekşi bir yerlerde okumuştu. 

En sonunda bir ders çıkardı:
Zaten kırılmışlar, tekrar kırıldıklarında daha ufak parçalara ayrılmıyorlardı
Aynı parçalara bölünüyor, daha önce yaşananlar başka bir zamanda tekrar ediyordu
Aynı parçalara bölünüyor fakat bu sefer parçalar daha uzağa dağılıyordu
Bir araya gelmelerinin düşüncesi bile, her bir parçaya artık kaçınılmaz bir son olan tekrar kırılma düşüncesi olarak nüfuz ediyor ve kırılmış olarak kalmayı kaderlerinde benimsiyorlardı.

Kırılmış kalmak, tekrar kırılmaktan bin kat iyidir. Eğer kırılmış biri sizin için kendini toplamaya çalışıyorsa lütfen ondan uzak durun.

25 Mart 2018 Pazar

Kendime Mektup

Hiç olmadık zamanlarda olmadık işler gelir başımıza. 
Hiç olmadık zamanlarda ummadığımız şeylerle karşılaşırız.

İşte ben yeni bir şeyler yazayım diye blog sayfasına giriş yaptım. Buralar gözüme ananemin evinde hiç kullanılmayan odada duran belki yıllardır üzerinde kimsenin elinin gezinmediği bir dikiş makinesi gibi görünüverdi. Ah be oğlum dedim kendi kendime. Ne çok şey yazmışsın, yayınlanmamış bir sürü şey duruyor ve yanında turuncu renkler ile "taslak" yazıyor. 

Ama olamaz böyle gitmez yani sonuçta bu blogun amacına ters bu olay. Nasıl başlamıştık? Yazdıklarım önce kendime anı olacak, sonra okuyanlara bir hikaye, bazen boş laflar, bazen bir müjde, bazense gülümseme olacak. 

Bak sen neler yaptın ben sana bir güzel anlatayım. Eylül ayında ablanın ve Mehmet abinin aldığı kamerayla gaza gelip anılarım milyon fotoğraf içinde hiç bakmayacağım bir harici hard diskte birikmesin beşer onar dakikalık video olsun deyip youtube kanalı (Kivisel Düşünceler) açtın. Her ne kadar kekolastik videolar da çeksen bu işten keyif aldın. Aferin oğlum aynen devam et. Ama yine bir şeyi atladın be! Hani bu blogda yazdığın şeyler hakkında videolar çekmek, çektiğin videolar hakkında yazılar yazmak istiyordun? Vik vik vik! Geç bu lafları. Lafa gelince laf, işe gelince hohooo... Neyse sana biraz zaman tanıyorum, erteleme!

Ekim ayından itibaren gözünü bitcoin (BTC) üzerine çevirdin, iyi de sen ne anlarsın böyle şeylerden? Tabi ki yine yapacağını yaptın ve anlamadığın şeyin üzerine daha çok gittin. Sonunda ne oldu? Söylemeye korkuyorsun biliyorum ama ben bunları sana yazacağım. Biraz kazandın, daha sonra çokça kaybettin. Hem de sadece kendi paranı kaybetmedin, gittin bir de enişteyi gaza getirip, ablayı ikna edip daha "dayı" bile diyemeyen Ayşem in bez paralarını ilk önce türk borsasından BTC alarak daha sonra bunları çin borsasına gönderip başka alternatif kripto para birimleri alarak gariban ümidiyle çar çur ettin. Lan oğlum senin neyine kripto bilmemne. Neyse şimdi ben iyi biliyorum sen inanıyorsundur dijital dünyanın bir zorunluluğu olarak kripto paraların geleceğin teknolojisi olduğuna ve üçüncü partileri ortadan kalktığı -peer to peer- bir dünya oluşacağına. Ve bu yüzden halen zararın neresinden dönersek deyip kalan parayı çekmedin. Ah be oğlum sen akıllanmazsın, ama bir kaç sene sonra bu çekmediğin paralarla kendine bir minik bir servet elde edersen bile bu heyecanlı yolculukta öğrendiklerini unutma!

Son olarak duydum ki hayatında ilk defa bir dersten kalmışsın. Gülmekten yıkıldım açıkçası çok da sevindim. Bu senin aklını başına getirir. Ama bu dönem çok dikkatli olmalısın, teze başladın -ki tez konun da pek bir havalı "tedarik zincirinde yapay zeka uygulamaları"- diye okulun hemen bitecek sanma. Güzelce derslerine çalış, gezeceğin yerleri gez, dışarı çık, yurtta oturma. Ama yurtta oturup ders çalışma zamanın gelince de tembellik yapayım deme. Bir sabah 8de uyanıp ders çalışman gerekirse ve motivasyonunu bulamazsan gökyüzüne bak, ya utanıp uyumaya devam edeceksin ya da zamanında yaptığımız o muhabbeti hatırlayıp kalkıp çalışacaksın. 

Şimdilik kendine iyi bak, çünkü en iyi tanıman ve öğrenmen gereken şey kendinsin. Bir fincan daha kahveye ne dersin? 


9 Şubat 2018 Cuma

Yirmi Beşinci İsim Günümde

Tam yedi yıl geçmiş bu blogda yazdığım ilk doğum günü yazısının üzerinden. Yazının başlığı "iyi ki doğmuşum". Tabi o zamanlar ne bir motosikletim vardı, ne de etherium tabanlı bir kripto para cüzdanım. Hatta ertesi gün bisikletten düşüp bunun hakkında da bir paragraf yazıvermiştim.

Yirmi beş.
Bu yazıya 18 yaşımın getirdiği heyecanları hatırlayarak başlamak istedim, çünkü yirmilerden yirmi beşe doğru gelen isim günlerimin hiç birinde çocuksu heyecanım beni bu kadar sarmamıştı.

Yirmi beş.
Bir çeyreklik ediyor  bazı para birimlerinde, sonuna asır koyarsan çeyrek asır ediyor  bak sen şu işe!

Yirmi beş defa dönüyor dünya güneşin etrafında, yirmi beş yaş yaşlanıyor annem babam, yirmi beş yaşında doğuruyor annem ve kucağında kanım, kardeşim ablam.

Bu yazıyı yirmi beş yüz yıl gibi gelen zamandır oturduğum sandalyeden yazıyorum. Bilen bilir yurtta ders çalışırken tünedik bir köşeye ve her gün aynı masa, aynı sandalye. Uzun süredir günlük hayatım ders çalışmaktan başka yaptığım şeylere (bkz: yemek yemek) ayırdığım vakti kaçamak yapmak olarak değerlendirmekle geçiyor. Benimle aynı kaderi, aynı anıyı paylaşan bir sürü insan var, hepsine Allah kolaylık versin. Şuan ders çalışmam gereken vakitten çalıp bu yazıyı yazıyormuşum gibi bilinç altımdan dürtüler gelse de "höyt ulan bu yazıyı yazacağım bir susun!" diyorum içimden.

Bu dönem de neredeyse bitti, monotonluk maratonunda son iki hafta kaldı. Ben yirmi beş oldum, ve okul bitince ne yapacağım, dünyanın hangi ülkelerine ne zaman gideceğim, hangi motosiklete bineceğim, hangi işte çalışacağım, hangi okulda zevk için yüksek lisansa kaydolup ki kazara bir diplomada daha alıp, askerliği de araya sıkıştıracağım gibi sorular rutin olarak kafamda dolaşmaya başladı. Bunlar büyük adam sorunları mı acaba diye düşündüğüm yıllar -ki bunlar 22 ve 23 e kadar- hemen geçiverdi ve yirmi beşi gördüm. Hep söylerim en güzel yaş 19 dur. hatta 19 DUR ve ilerleme yani o derece. Çünkü 2 ile başlayanlara gelince birden hızlanıyor hayat. Çünkü zaten fotosentez yapmaktan kendini buluşa geçiş, ardından sınav telaşı, buna ek olarak üniversite nedir napıyoruz şimdi derken 2 ile başlayan rakamları otomatik görüyoruz ve farkında olarak, enerjik olarak, hem büyümeden hem de küçük de olmadan yaşayacağımız 10 yılın içine giriyoruz.

Eh ben şimdi yarısını doldurmuş olmanın haklı üzüntüsü içerisindeyim. Aynı zamanda yazının başında belirttiğim gibi 7 sene öncesinin heyecanına en yakın olduğum an belki. Yanımda olanların kıymetini en çok bildiğim zamanları yaşıyorum. Ailemin, arkadaşlarımın ve her gün kıllı elleriyle yaptığı poğaçalarını aldığım tekvandocunun yanındaki laz amcanın.

Bu blogun arka fonunda bir insan ve fotoğraf makinesi görürsünüz. Bu iki amaca hizmet ediyor, birincisi benim anlattıklarımın da sizin hayatınızdan bir parça içerdiğine, benzer hayatlar içerisinde olduğumuza, en azından duyguların, sevinçlerin, hayallerin ve acıların benzer olduğuna vurgu yapmak. İkincisi ise kendime, geçmişime, hislerime bir ayna tutmak, yaşadığım duyguların, sevinçlerin, anıların zaman boyutu içerisinde kaybolmadan kalabildiğini görmek. Özetle hem kameranın arkasında, hem de kameranın önünde olmak.

Hayatlarımıza, etrafımızda olan bitene ve etrafımızdaki insanların hayatlarına yeri geldiğinde hem kameranın önünden hem de kameranın arkasından bakabildiğimizde daha iyi insanlar olabileceğimizi düşünüyorum.

Bu ailemle kutlayamadığım ikinci doğum günüm. Gözlemeden, iskenderden, türlü türlü güzel yemekten uzak, sınavlara yakın, çalışma masasına bitişik geçirdiğim ikinci doğum günüm.

Ve son kez yirmi beş.
Bu yıl, iki ve beş bana şans getiriyor.

Bkz: 24 - 23 - 22 - 21 - 20 - 19 - 18