27 Aralık 2013 Cuma

kara şimşek vol.1

Yaklaşık 10 gün evvel yeni bir motosiklet aldım, ismi eski sahibinin verdiği isim 'kara şimşek' olarak kaldı. Size biraz kara şimşekten bahsetmek isterim, ancak yazımı üç bölümden oluşturacağım. İlk bölüm herkesin okuyup keyif alabileceği, ikinci bölüm daha önce alıntılar yaptığım "Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı" isimli kitaptan alıntılarla devam edecek. Üçüncü bölüm ise teknik bilgilerden de keyif alabilenler için.

Bölüm 1.

Kara Şimşek evet... Kendisi daha önce onun türünden sahip olduklarımdan bambaşka bir tarzda, daha bir sportif duruyor. Daha kaliteli ve kıvrak hatlara sahip. Hadi gidelim deyince kış günü bile olsun ikiletmiyor geliyor sizinle..

Daha önce başına birkaç kötü şey gelmiş ancak atlatmış, daha genç ve sağlam bir yüreği var. Başına gelen olaylar şansına sadece dış görünüşünde estetik olarak birkaç iz bırakmış.. Benim gözümde bunların önemi yok. O bana eşlik ediyor ve keyif veriyor, ben onunla olmaktan mutluyum ve onunda benimle olmaktan mutlu olmasını sağlıyorum.

Bugün mühendislik ekonomisi dersini asıp yanına gittim, biraz dolaştık sonra yeni yıl için bir şeyler aldım kendini daha iyi hissetsin diye. Çağımızda herkes biraz ilgi ister. Herkes kendi biricik içsel dünyasının tatmini için uğraşır; ki içsel dünyanın tatmini mutluluğa ulaşmanın yegane yoludur.

2. Bölüm:

-Başkalarına nasıl göründüğüne kesinlikle aldırmıyordu. Bu, tümüyle fanatik bir şeydi. O günlerde yapayalnız bir düşünce evreninde yaşıyordu. Kimse anlamıyordu onu. İnsanlar onu anlamadıklarını ve anladıkları şeylerden de hoşlanmadıklarını belli ettikçe o daha fanatik ve nefret uyandıran biri oldu.

-Nitelik göz ucuyla gördüğünüz bir şeydir ve ben aşağıdaki göle bakıyorum, ama arkamdaki soğuk neredeyse donmuş gibi gelen gün ışığının ve neredeyse hareketsiz rüzgarın acayip niteliğini de duyumsuyorum.

-Bu somun anahtarlarının metali öyle soğuk ki insanın elini acıtıyor. Ama bu güzel bir acı. Bu acı, gerçek, düş değil ve burada, kesinlikle elimin içinde. ( Düşle gerçeği ayırt etmek isteyen bir insanın inancı)

-Yavaşça yürüyerek yoldan geri dönüyorum; sanki doğan güneşi rahatsız etmek istemezmişcesine. Sonbaharın ilk duyguları.

-Araba kullananlar nerede olduklarını değil de nerede olmak istediklerini düşünüyormuş gibiydiler.

-Kusursuz bir yağlıboya tablonun nasıl yapılacağını mı öğrenmek istiyorsunuz? Kolay. kendinizi kusursuz hale getirin, o zaman doğal olarak tabloyu yaparsınız.

-Üzerinde çalıştığınız gerçek motosiklet, kendiniz denen motosiklettir. "Orada, dışarda" olduğu görünen motosiklet ve "burada, içeride" olduğu görünen kişi aynı şeyler değildir. Ya birlikte Niteliğe doğru yükselirler ya da birlikte Nitelikten aşağı düşerler.

-Bizler alışık olmadığımızdan, evet ve hayırla eşit anlayışımızı, bilmediğimiz bir yönde genişletebilecek üçüncü bir mantıksal terimin olabileceğini göremeyiz. Böyle bir terimimiz bile yoktur, bu nedenle Japonca mu terimini kullanmak zorundayım.

-Zen keşişi Joshu'ya bir köpeğin Buda karakteri taşıyıp taşımadığı sorulduğunda söylediği 'Mu', bu iki seçenekten biriyle vereceği yanıtın yanlış olacağıdır. Buda karakteri evet ya da hayır sorunlarıyla ele geçirilemez.

Bölüm 3:
Kara Şimşek 125 cc silindir hacmine sahip. 12 beygir gücünde. 137 kilogram benzinsiz ağırlığı var. Daha önce iki kazası var sağ ve sol tarafa düşmüş ancak ön grenajlarında bunun fazla bir belirtileri yok. Motoru sağlam çalışıyor.

Motosikletim 6300 kmde. 2012 modeldir. Bakımları düzenli olarak yapılmış, ancak soğutma suyu ihmal edilmiş. Motosiklette soğutma suyu harareti engeller motorun belli bir sıcaklıkta kalmasını sağlar. Soğutma suyu dediğimiz normal musluk suyu değildir. Ütü suyu - Akü suyu - Saf su olarak tabir edilen minerallerden arındırılmış sudur. 5 litresi 7.5 lt ye yada 500ml si 1 liraya benzinliklerde satılır. Kara Şimşek'in soğutma suyu deposu yaklaşık 350ml civarı. Bu sebepten 500ml saf su ve 6 liraya bir litre antifiriz aldım. Saf su soğutma sisteminin kireçlenmesini engeller. Antifiriz ise suyun donma sıcaklığını düşürüp suyun donmasını engellemenin yanı sıra, kaynama sıcaklığını da yükselterek paslanmayı geciktirir. Soğutma suyu %50 antifiriz %50 saf su olarak hazırlanmalıdır. Honda servisinde 40 liraya, başka bir motosiklet bakım yerinde 20 liraya yaptırabileceğim basit bir işlemi 7 liraya hallettim ve elimde 3 sezon boyunca yetecek kadar antifiriz + saf su kaldı.

Ön fren hidrolik sıvısı alt seviyeye düşmüş. Fren hidrolik sıvısı önemlidir, frenleme sırasında ortaya çıkan ısı hidrolik sıvısı tarafından emilir ve soğuma sağlanır. Biraz teferruatlı bir iş, ben de çok tecrübeli değilim bu konuda. Bu sebepten şimdilik oldukça yumuşamış ön freni daha az kullanarak idare edeceğim.
_________________

Üçüncü sınıfın birinci dönemi.. Söyledikleri kadar yoğun bir dönem gerçekten. On üç hafta bitti nasıl geçti anlayamadım gene. Dersler için kendimi çok yormuyorum. Bu durumdan pişman olmam inşallah. İskandinav diyarlarından esen rüzgarlar tarafından anlatılan hikayeler dinlemek istediğim zamanlar yaşıyorum. İnce kitaplar okuyor ülke gündemi hakkında az konuşuyorum.

Hayat size hayallerinizi getirsin..

A. Said Parlak
27 Aralık 2013 - Ankara.

15 Aralık 2013 Pazar

filan

Belki pek bir havalıydın
Saçların şekil, gözlerin mavi filan.

Bense pek bir karışıktım
Aklım nerede bilen yoktur her an.

Hava soğuktu, metro biraz daha sıcak.
Ben karışık, sen bir başka filan.

Aslında hiç gerek yoktu artisliğin.
Zaten istesemde kesin beceremem elime yüzüme bulaşır filan.
Sana şekil mi yapacakmışım? Nerde..
Saçlarım dağınık, gözlerim dalgın, parmaklarım dolma, ayakkabı 44 numara.
Ben karışık, gözlerin sanki bir ışık sisler bulvarında.

Sakin ol dedi oğlum, ne bu heves.
Git evine hadi, bize kestane kes.
Soba sönmeden közlensin biraz,
Anlat daha sonra onu, seni, meşe ağacının yaprağını filan.

Çekindim tabi, bilemem nasıl anlatayım kimi, neyi?
Sustum hemen dilim, başladı kafamdaki ben, sen ve meşe yaprağı  filan.

Kestane sıcak el vurulmaz şimdi ona,
Ben karışık ve gözlerin sonbahar rüzgarı..



Yarım kalmış bir şiir denemesidir.
Dinlemeye çalıştığım kalbim ve aklımın birleşen sesidir.

A. Said Parlak / 15 Aralık 2013
Ankara.

9 Aralık 2013 Pazartesi

metro karalamacaları

Korktuğu için vazgeçmeli mi insan
Yoksa korkmalara rağmen "olsun abi devam"?

Gözlerime baktığında anlatmak istediklerimi mi görüyorsun?
Yoksa anlamak istediklerinle mi yetiniyorsun?


Çekiciliğine kapılacağın sonsuz hikayeler duymak isteyeceğini biliyorum.
Bunu istemem.
Anlattığım sonlu hikayeler - düş ve düşünce - kalıplarımın sert duvarları gibi gelebilir sana.

Oysa ben..
Ben sadece yorgunum.
Verilen sözlerin ve o sonsuzluk kelimelerinin defalarca boşa çıktığına şahit olmuşum.
Ve sonra tekrar ve tekrar - adı tarihte kaybolmuş sonsuz okyanusta kaybolmuşum.

Bana inançsız bir insanmışım gibi baktıkları oluyor..
Sadece inandığımı söyleyebilirim.. Metro duruyor inmem gerekir.
..

5 Aralık 2013 Perşembe

OR2

Yeni bir şiir var, onun adı da 'yöneylem araştırması' olsun.
Ferda hoca öyle bir ders anlatıyor ki hep aklım başka yerlere gidiyor..

Bana aşktan bahsetmeyin artık.
Başka hikayeler anlatın, ve usanmayın sevgiyi anlatan hikayeler yazmaktan.
Ama aşk mı? Orada dur işte. Pekte göze görünmem artık bu gidişle..

Hırıltılı sesler çıkarır nefesim. Hastayım, kızarmış zorlukla açılan gözlerim.
Sisler bulvarı da yorgun artık, şiirlerimde olmak istemez belki.
Bundan emin olursam eğer, bulvarın tüm sislerini sileceğim.
Kar yağıyor bulvarın üzerine..
Ben sevgi hikayeleri okuyorum.
Boş gözlerle etrafı süzen insanları sislere gömüyorum düşlerimde.
Nefret hissetmiyorum çoğunlukla
Çünkü
Hırıltılı sesler çıkarır nefesim. Hastayım  ve kızarmış zorlukla açılan gözlerim.

Tanımlarla kafayı bozmuş bir adam tanıyorum.
Tanımlayamamak problemiyle uğraşıyor,
Yorgun ve yoğun..
Düşleri karmaşık, pasaklı, salaş ve varoş.
Ona sevgiden bahseden hikayeler anlatın.
O size batan geminin hikayesini, yanmış odunun öyküsünü,
Ve düşen yaprağın düşünü anlatsın.
Yorgun ve yoğun..

Said Parlak - 3 Aralık 2013
Ankara

30 Kasım 2013 Cumartesi

tek

bağzıları
evet bağzıları
hep tek kelimelik hisler yaşadınız
yaşadıklarınız son çeyrek asrın moda olmuş televizyon şovları kadar sahteydi

ayrılık ve kavuşmalar..
ayrılıklar kavuşmalara anlam katmak için mi?

değişebilir mi gökyüzü?
ve o korsan gemisi?
hisler okyanusunda çoktandır batık,
yanaşırken sancak tarafından yaklaşılan kara sevdalara..

kelimelerimin ritmini hissedebiliyor musun?
sözcüklerim bir anlam ifade ediyor mu senin benliğinde?
bilmiyorum.

yine gölgelerde yaşıyorum..
kovalıyor gölgeler düşlerimi,
nereye gitsem peşimdeler
kanatlarım kırık
uçamıyor, kaçamıyorum..

küçük macellan bulutu  kadar uzaksın gözlerime
gökyüzü çok derin, endişelerim sonsuz
düşlerim umutsuz ve kalem kırık yine

çamur rengi gözlerim dalıyor uzaklara
lambada bir sokak, sokakta bir lamba
kar yağınca okuduğum şiirler, kaynayan su, buğulanmış pencere
ve attığımda hep tek gelen zar
hiç kimseye faydalı olan tek kişilik yalnızlıklar kadar aşikar..




istersen

sisler bulvarı değil sadece eksilecek olan
eğer sen gidersen tüm bulvarlar yönsüz kalacak
ben sensiz kalacağım
bulvar ağlayacak
ben ağlayacağım.

fakat bitmiyor sen gidince hayat
biliyorum
zaman geçecek ve yeniden atacak yüreğim
aşka uçacağım/belki kanatlarımın yanacağını bilerek
gökyüzüne şatolar kuracağım yeniden
ve belki, dönüp geçmişe baktığımda
boşa gitmemiş olacak onca emek

çünkü artık daha sağlam basıyor olacağım yere
istersen gelip bakarsın
tam burada
sisler bulvarında.

23 kasım 2013
mr zagoncu
ankara
/atilla ilhan'ın sisler bulvarı şiirine ithafen/

18 Kasım 2013 Pazartesi

Gittin

bir şarkı ile başlamak güzeldir yine; alpay - yine yağmur yağıyor

bu şiirimi bir derste yazmışım, not kağıdını sekize katlayıp kalemkutuma tıkıştırmışım. bu gün rastladım ona. tarih yok, ancak duygu var.

zaman durmadı ve artık yoksun
ellerim ellerinden, gözlerim gözlerinden
ben senden yoksun

farketmiyor sözlerimin 
ne kadar anlamlı olduğu
çünkü sen gittin

bulutlara kurduğumuz şatolar
onlar da kayboldu birden
anlam veremedim
alıştım zamanla ve barıştım zamanla

dün dağlarda dolaştım, evde yoktun
dağlar mı senden
sen mi dağlardan vazgeçtin?

yinede hep iyi söyledim ardından
suç sende değil
ne yaşadıysam ben
kara sevdadan..

Mr. Zagoncu


7 Kasım 2013 Perşembe

hayallerimi su ve sabunla yıkadım

bu yazıyı şu şarkıyı dinleyerek dinle : Siya Siyabend - Can Evimden Vurdun
bu şarkının öyle bir anısı var ki ayrı bir yazı eder.

sahi insan neden hayal kurar? boşluğa düştüğünden, ister istemez, çok istediği birşey olduğundan, vizyon sahibi olduğundan, yaşamayı bilmediğinden, yaşayabileceğini bildiğinden, birşeye tutunmak istediğinden, kendini mutlu hissetmek istediğinden  ... uzayıp giden bir sürü neden yazılabilir.

ancak bunları bilmenin yanında senin neden hayal kurduğunun bilincinde olmandır. kendini bilme serüveninin bir parçasıdır bu.

benim için hayal kurmak sanırım çok uzaklarda bir yerlere gitmek, çoğu zaman dağlarda dolaşmak, bazense çivilerin üzerinde yürüyerek zihinsel 'uç'lara ulaşmaktır.

kendimi denememdir bazen hayallerim. biryerlere getirir koyarım kendimi, denerim, olmazsa değiştiriveririm. olursa da büyütürüm hayallerimi.

hayallerim çoğu zaman herkesi kendim gibi zannetmem, herkesi kendime benzetmemdir. siz de düşünmüşsünüzdür sizin gibi olan bir dünya, düşünmedin mi yoksa?

hayaller var evet, belli başlı ve sonsuz sebeplerden dolayı. ancak bazen hayalleri rafa kaldırmanın vakti geldiğini sezersiniz. ben buna hayalimin kirlenmesi derim. gökyüzüne eğlenerek kurduğum tertemiz bir şatonun üzerine birisi işemişte kirlenmiş gibi.

ve ben hayallerimi su ve sabunla yıkadım. bazen birini de herkes ne kadar onu minik minik paylaştığımız kısa süreli anılardan ibaret sansa da, hayallerde başka bir yere koydum.





18 Ekim 2013 Cuma

değerlerin sorgulanması

kitabın ismi "zen ve motosiklet bakım sanatı".

ilk başlarda 'motosiklet bakım sanatını anladım da zen ne lan' diyordum ki az biraz anlamaya başladığımı sanıyorum. kitapla sohbet ediyorum, bazı yerlerin altını çiziyorum. işte altı çizililerimden bazıları;

Ve nedir iyi, Phaedrus,
ve nedir iyi olmayan -
Bunu söyleyecek birine ihtiyacımız var mı?

İkimiz de aynı şeye bakıyoruz, aynı şeyi görüyoruz, aynı şey hakkında konuşuyoruz, aynı şey hakkında düşünüyoruz, ama o bambaşka bir boyuttan bakıyor, görüyor ve düşünüyor.

Yönetsel ve kurumsal yapılanmalara da "sistem" demek doğrudur, çünkü bu örgütlenmeler motosikletinkiyle aynı yapısal kavramsal ilişkiler temelinde oluşturulmuşlardır. Tüm anlam ve amaçlarını yitirseler de, yapısal ilişkiler sayesinde ayakta kalırlar. İnsanlar fabrikaya gelir ve tümüyle anlamsız bir işi, soru sormadan, saat sekizden beşe dek yaparlar, çünkü bu yapı bunun böyle olmasını gerektirmektedir. Onların bu anlamsız yaşamı sürdürmelerini isteyen ne bir kötü adam ne de bir "ahlaksız herif" vardır; yalnızca yapı böyledir, sistem bunu gerektirir ve kimse, yalnızca anlamsız diye yapıyı değiştirme gibi tehlikeli bir işi üstlenmek istemez.

..ve saldırı yalnızca sonuçlara yönelik olduğu sürece hiçbir değişim olanaklı değildir.

Sistemler konusunda çok şey söylenmiştir; ama bu konu, hemen hiç anlaşılmamıştır.

Ama o zamana dek ve şu anda güneş parlak, hava serin, kafam net, önümüzde koca bir gün var, dağlara neredeyse geldik, bu gün yaşamak güzel. Bu hafif hava yaptı bunu. Yükseklere çıkmaya başladığınızda bunu hep hissedersiniz.

Bilimsel yöntemi uyguladığınızda her seferinde, nerede olduğunuzu, nereden geldiğinizi, nereye gideceğinizi ve nereye varmak istediğinizi bilirsiniz.

Tıkandığınız yerde, kesinlikle emin olduğunuz şeyi sorgulamanın vakti gelmiştir.


Einstein
"Bu konuya girmiş hiç kimse" diyordu, "görüngülerle bunların teorik ilkeleri arasında teorik bir köprü bulunmamasına karşın, pratikte, teorik sistemin tek belirleyicisinin görüngüler dünyası olduğunu yadsıyamaz."

Diyordu ki, günümüzdeki toplumsal krizlerin nedeni aklın kendi doğasındaki bir genetik bozukluktur. Ve bu genetik bozukluk giderilinceye dek krizler hep olacaktır. Günümüzdeki akılcılık biçimleri, toplumu daha iyi bir dünyaya doğru ilerletmiyor. Bu daha iyi dünyadan gittikçe uzaklaştırıyor. Bu akılcılık biçimleri Rönesans'tan bu yana etkinliğini sürdürürdü. Yiyecek, giyecek ve barınak gereksinimleri baskın durumda olduğu sürece de sürdürecek. Oysa şu anda büyük halk kitleleri için bu gereksinimler her şeyin üzerinde değildir, bu yüzden antik çağlardan beri kuşaktan kuşağa geçip bize gelmiş tüm akıl yapısı artık geçerli değildir. Gerçek niteliği görülmeye başlanmıştır - duygusal yönden sahte, estetik yönden anlamsız ve ruhsal yönden boş. Bugün olduğu ve gelecekte uzun süre olmayı sürdüreceği durum budur. *

Yolculuk etmek bazen varmaktan daha iyidir.

Bu gün gün ışığında her şey öylesine yoğun ki. Gölgeler karanlık, aydınlıklar parlak. Gökyüzü koyu mavi.

Sanki, yapımı saatlerce sürmüş yapılar bir başka düşünce ya da işin en ufak şaşırtmasıyla darmadağın olacaktı.

Oraya çok az insan yolculuk yapar. Maddi dünyanın bu içinde bulunduğumuz yüksek ülkesi gibi, burada gezmenin hiçbir gerçek kazancı yoktur; bazı kişiler için ise bu yolculuğun, cefasını çekmeye değer kılan, kendine özgü sert bir güzelliği vardır.

Ama ben motosikletin sürekliliğiyle gerçekten ilgileniyorum; onu düşünmeyi, onun hakkında konuşmayı gerçekten istiyorum ve bunun sonucunda, öğle yemeğinde konuşmaya elverişli, alışılmış konulardan uzaklaşma eğilimi gösteriyorum ki bu da bana ketum, uzak bir görünüm veriyor. Bu bir sorun.**

Resmi olarak okul, bir "eğitim fakültesi"ydi. Bir eğitim fakültesinde öğretirsiniz, öğretirsiniz, öğretirsiniz; araştırma için zaman yoktur, düşünmek için zaman yoktur, dış olaylara katılmak için zaman yoktur. Salt öğret, öğret, öğret ve sonunda zekanız söner, yaratıcılığınız körlenir ve neden böyle sönük olduğunuzu anlamayan, olan bitenden habersiz, masum öğrencilerden oluşan ve birbiri ardınca gelen dalgalara tekrar tekrar aynı sıkıcı şeyleri anlatan bir otomatik makine olursunuz. Sizi sönük bulan öğrenci size saygısını yitirir ve bu saygısızlığı ötekilere de yayar. Böyle biteviye öğretmenizin nedeni, bunun hem gerçek eğitim veriyormuş gibi görünüm elde etmenin hem de bir üniversiteyi en kolay yoldan götürmenin akıllıca bir yolu olmasıdır. (Bir hoca ağzından anlatıyor.)*

Gerçek üniversite zihinsel bir durumdur.

Tümüyle güvendiğiniz bir şeye asla kendinizi adamazsınız. Kimse yarın güneşin doğacağını fanatik bir biçimde haykırmaz. Çünkü güneşin yarın doğacağını herkes bilir.



*Muhteşem bir analiz
**Bazen aynı şeyi hissediyorum.



13 Ekim 2013 Pazar

küseceksen oynamayalım

saçlarım 3 ay önce üç numara kesildi. ben her zaman böylee değildim. her zaman kısa saçım olmadı. 

dün vampire dairies izlerken farkettim ki kimsenin sakalı yok. yaklaşık 6-7 saattir dizi izlememin getirmiş olduğu "beyin.dll bulunamadı" formuyla beraber sakalımı kestim. daha sonra başka bir dizide usturayla küvetin içinde bacağını tıraş eden hanımefendiyi görünce çektim kapıyı çıktım dışarı aldım usturayı jileti ve "usturayla kendini tıraş etmek" gibi medeni cesaretinizin tamamını kullanarak yapmanız gereken eylemi gerçekleştirdim. kendimi beklediğimden daha az kesmiştim. 

düğün dernek işleri bana çok komik geliyor. bundan daha komik bir şey varsa, daha önce dalgasını geçtiğim "peh bu ne lan" dediğim şeyleri bir gün gelip kendim yapmam. lakin ben şans eseri yaptım. lise iftarında çekindiğimiz bu fotoğrafları gif formatında sizinle paylaşıyor, başarılarımın burada noktalanmasını temenni ediyorum. 


bu arada çok değişik bir şeyler öğrenecek gibiyim. yazmaya malzeme çıkacak mı, ufkum ne kadar genişleyecek bilemiyorum. 

bazen kuralları baştan koymak gerekir. en temel kuralım hep "küseceksen oynamayalım" olmuştur. 


9 Ekim 2013 Çarşamba

kuzeye giderken

güneye yolculuk etmek bir başkadır, sabah erken kalkılır solda güneş yükselir. pek süprizler beklemez seni güneyde. ekvator dünyanın çizgisel dönüş hızının en fazla olduğu yerdir. bu sebeptendir ki insanları daha hızlı yaşarlar. güneyde sürekli bir hareketlilik vardır, bir koşuşturma vardır. 1001 gece masalları da bu yerlerden birinde geçmektedir.

kuzeyin gittikçe soğuyan havası insanları da soğuk yapmaz. sadece biraz daha farklı, biraz daha yavaş yapar. en kuzeyde adamın biri geceyi görmek için 6 ay bekler.. bunu düşündüğümde işin içinde derin bir şeyler arıyorum.

bir coğrafi bilimler uzmanı ya da sosyolog değilim. konunun detaylarına bilimsel yöntemi kullanarak giremem. sadece kendi gözlemlerime ve edindiğim bazı bilgilere dayanarak sorular üretmesini engelleyemediğim iç benliğimin bazı cevaplar bulmasını istiyorum. herkes sorgular sorar diye bilirdim, ancak şu sıralar bundan eskisi kadar emin değilim.

karadeniz incisi sinop, barış manço parkından dalgakırana doğru.


2 Ekim 2013 Çarşamba

dönem başları

son bir aydır çok fazla müzik dinliyorum. neye göre çok fazla diyecek olursanız diğer zamanlarda dinlediklerime göre. bana göre, kendime göre. bazen bir şeyleri hep başkalarıyla kıyaslayarak düşündük, bunda yanıldık..


mesela şimdi bunu dinlerim, sonra başka bişey dinlerim. sürekli bişeyler dinlerim kulaklığım kulağıma yapıştı. her saat kulağımdaki bakteri sayısını katlayarak arttırdı.

2011 kışında ben vivaldi- four season dinleyerek uyurdum geceleri. ve eksilirdim biraz. ben biraz fazla düşünceleri ve fazla olan şeyleri eksiltmeyi severim biraz. tekrar tekrar gökyüzü aydınlanana kadar çalan 42 dakikalık eserin neresinde uyanırsam uyanayım hangi mevsim olduğunu bilirdim. ancak en çok kışı severdim.

sonbahar iyice kendini gösterdi. çok sevdiğim yağışlı havalar başladı. çok güzel ve rahat birşey olan botlarımı giymeye bahanemde hazırlandı.

cuma günü sinopa gideceğim, karadenizin incisi olan güzel şehire. oralara bu yazıyı okuyan herkesten selam götüreceğim. diyojen abimizin izini süreceğim. top secret olan deftere birinden bahseden yazılar yazacağım. planlar yapacak, hayaller kuracağım. kitap okuyup bazı satırların altını çizeceğim. ancak soranlara "motosiklet federasyonunun bir yarışı için hakemlik yapmaya gidiyorum" diyeceğim.

en iyisi bir kahve yapayım.

27 Eylül 2013 Cuma

yanılgılarım.

gündüzleri daha iyiyim, geceleri ise daha kötü.
sanmıştım ki üstesinden geldim kızgınlıklarımın, küskünlüklerimin, üzüntülerimin vesaire.. ancak;

yanılmışım, yanılmakla kalmamış yalnız kaldığımda garip müzikler dinleyip anılarımla yüz yüze kalmışım.
yanılmışım, yanılmakla kalmamış yıldızlar gökyüzünde belirdiğinde gözlerimi gökyüzünde halen o yıldızı ararken bulmuşum, gözlerinde yanmışım kavrulmuşum.

karışmışım, ölen lepistes balıklarım şişmiş suyun üzerinde salınıyorlarken ben kendimle kavgaya tutuşmuş, var olmayandan başka herşeyi unutmuşum.

şaşırmışım, ne zaman bu yaşıma geldim, ne zaman neredeydim? bilemez olmuşum.

kaçırmışım, hayatın seçimlerden ibaret olduğunu savunup seçim yazma sırası geldiğinde evet evet gerçekten sıramı kaçırmışım.

derin mevzular bunlar. onun olmasını umduğum kadar derin, paylaşmayacağını bildiğim kadar aptallık ve gururla ilgili konular.

dertlendim o yüzden yazıyorum. iyi misin diye soran dostlarım var. onlar da olmasa daha çok yazacağım, kendimle konuşacağım. ama yarın daha çok birşeyler ile meşgul olacağım, biraz oyun oynayacağım, biraz kitap okuyacağım. düşününce tekrar oyun oynayacağım. ders çalışmayacağım. eğer çok olursan gene bir yumruk sallayacağım duvara, işte şu önüme ilk gelene.

ne dinlerken mi yazdım ? şuna tıkla;
karen o at home 13


21 Eylül 2013 Cumartesi

dönüp dururken

Güzel bir cumartesi günü. Ablam ve eniştem düğünlerinin olacakları mekanı seçtiler. Hiç abartıya kaçmadılar. Yalınlık en güzel olandır demiştim, onlar da yalın ve öz - oldukları gibi- oldukları için kendilerine en güzelini seçtiler.
Seçtikleri tarih doğum günüm. Bu biraz kafamı karıştırsa da pastayı bedavaya mı getireceğim diye düşünmedim değil.

Artık tüm harfleri eşit boyutta yazmıyorum. İlk stajımı bitirdim, üretim üzerine yaptığım bu staj için rapor yazıyorum. Raporda gâyet nizami bir biçimde kelimeleri sıralayıp, büyükse büyük, küçükse küçük dikkat etmeye gözüm alıştığı için şimdilik böyle yazacağım. Son iki aydır zorlu zamanlar geçirdim, hayat yolunda motokross parkuruna choopper ım ile girdim diyebilirim. Bu sebeptendir ki rapor yazma işi son anlara kaldı.

Artık bir choopper ım yok. Sarven-2 diğer adıyla zirveye çıkan kırmızıyı başka bir kullanıcıya teslim ettim. Her kullanıcı sürücü - rider - değildir. Her insana benzeyen canlının da insan olmadığı gibi.

Yazım kurallarına dikkat ediyorum artık, çünkü yüzüme şu ayrı yazılır bu ayrı yazılır diye vuran biri var. Ayrıca yine onun sebep olmasından dolayıdır ki nelerden nefret ediyorum diye düşünmeye başladım. Yakında nelerden nefret ederim listemi yayınlamayı düşünüyorum.

Elbette hepinizin hayatında sevdiklerinizin mutluluğunu paylaşıp bununla mutlu olduğunuz anlar, kafanızın karıştığı zamanlar olmuştur. Kısa zamanda alıştığınız bir şeyler hayatınızı değiştirmiştir ya da etkilemiştir. Bazen birilerinden veya bir şeylerden vazgeçmemiz gerektiği zamanlar olmuştur. Veda etmenin zamanı ve ayrılıkların zamanı gelir. Yeni birileri yeni bir şeylerle tanıştığımız ve onları hayatlarımıza kabul ettiğimiz olmuştur. Ne yaparsak yapalım verdiğimiz her karar, yaptığımız her seçim hayatımızda kelebek etkisi yaratır.


Evde dönüp dururken hadi bir yazayım diye başladığım yazım burada sonlanıyor. Hayatın milyarlarca belki de daha fazla bilinmeyenli bir denklem olduğunu, bir şeyi değiştirdiğimizde tüm denklemin değişeceğini unutmayınız.

not: 21 eylül 2013 de  yazılan bu yazı ekinokstan bir gün önce yazılmış olup, bel ağrısından muzdaripliğimin hat safhada olduğu bir dönemde yayınlanmıştır. 

19 Eylül 2013 Perşembe

Tıkır tıkır işleyen çarkın hikayesi..

Artık çoğumuzun cep telefonları var. Dijital dünya bize kucak açtıkça mekanik dünyadan biraz daha uzaklaşıyoruz.
Bir saatçi dükkanı hayal edin, günde binlerce insanın önünden geçtiği bir caddede kuyumcu dükkanları arasında sıkışmış beş metrekarelik bir dükkan. İçeride sakalları ağarmış bir metre altmış santim boyunda gözlüklü minyon bir dede. önünde saatler, duvarda saatler, aklında saatlerin çarkları var..

En son beş sene önce görmüştü beni. Dükkana girdim verdim selamımı, o da aldı. Nasılsın? diye sordu. Beni hatırlamıştı. En son ne zaman gördüğünü ne kadar büyümüş olduğumu anlattı.

Beş metrekarelik dükkanda, yılların saatçisi "saatçi amca" bildiği en iyi işi ve aslında bildiği tek işi senelerdir yapıyor. Beş senenin ardından beni tanıdığına göre düşünüyorum;

"Bir saatçi için zamanın çarkları çok farklı dönüyor."


Zaman çarkı döner.. Ve tarih her zaman kendini tekrar eder.. Taa ki kötülükle iyiliğin son savaşı başlayana kadar..


6 Eylül 2013 Cuma

yaz biterken

Aralık 2010'dan beri yazıyorum bu blog sayfama. Can Dündar "yazı kendimi öğretti bana" diyordu, boşa söylenmemiş ve haklı sözler olduğunu her geçen gün bir kez daha anlıyorum.

3 senedir neler mi yazdık? Yalnızlığımızı paylaştık, öfkemiz dilimize vurdu bazen. Sevgimiz mürekkep olup aktı. Sevdiklerimiz paragrafların arasına özenle gizlendi. Yeni heveslerimiz paylaşıldı. Eski alışkanlıklar hiç bırakılmadı. Siyasi olaylardan uzak duruldu, doğruluğa yakın olundu. Ve bundan asla pişman olunmadı.  Sözün kısası Mister Zagoncu sizinle paylaştı. Size kendini anlattı ve bildiği bir şey vardı; anlattıklarında siz de kendinizden bir parça bulacak, en azından bir yaşama şahit olacaktınız.
_____

2 gün önce karanlıkta yürüdüğüm birkaç sokak bana mutlu olduğum anlarımı hatırlatmıştı. Hayatın insana neler getireceği belli olmaz dedik. Ve bunda hiç yanılmadık.
Suyun akışı diye tarif ettiğim şeyi hatırlayın. Zaman zaman ona ne  kadar kapıldığınızı, ne kadar karşı koyabildiğinizi ve ne kadar karşı koymak istediğinizi sorgulayın.

Montaigne'den denemeleri okuyun. Rafınızda bulunsun bölüm bölüm yazılmış bu kitabı kafanız estiğinizde açıp birbirinden bağımsız yazılmış bölümlerle, farklı konuların yüzyıllar önce yazılmasına rağmen halen gerçerliliği olan örneklerle nasılda güzelce anlatıldığına tanıklık edin.

Hayal edin, gerektiği zaman ağlayın. Ancak hayale dahi kendinizi kaptırmayın, gerçeklerle hayalin sınırında yürürken gerçeklerden uzaklaşmanız size zarar verir.

Benden belirli bir konu üzerine yazmamı isterseniz bana söyleyin denerim. Eski yazılarımı okumanızı da isterim.

Mr. Zagoncu
6 Eylül 2013 / Ankara

25 Ağustos 2013 Pazar

yaş destanı

yaş destanı 1600 lü yıllarda yaşayan karacaoğlan tarafından yazılmıştır. ben halen her kelimesinin doğru olduğuna ve dünya üzerinde yazılmış en güzeller arasında olduğuna inanıyorum. buyrun;

Mevlam bir adama çocuk verince,
Bahçede bitmiş bir fidana benzer.
Büyüyüp de bir yaşına girince
Sanki kokulu güldane benzer.

İkisinde serhoş gibi dolaşır,
Üç yaşında her nesneye ulaşır,
Dört yaşında gördüğüne sataşır,
Beş yaşında kaşlar kemane benzer.

Altısında kendi söyler düşini, 
Yedisinde değiştirir dişini,
Sekizinde bahta koyar işini,
Dokuzunda taze bostana benzer.

On yaşında gonca güldür, açılır.
Onbirinde ab-ı hayat içilir,
Onikide boyu beli seçilir.
Onüçünde gözler mestane benzer.

Ondördünde güzelliğin bağıdır.
Onbeşinde gören aklın dağıtır.
Onaltıda yiğitliğin çağıdır.
Onyedide sanki ceylane benzer.

Onsekizinde belli eder arını,
Ondokuzunda gözetir şikarını
Yirmisinde kendi bulur yarini
Zencirin koparmış aslana benzer

Yirmibeşte bıyıkları burulur
Otuzunda akar sular durulur,
Otuzbeşte günahları sorulur,
Ataşa atılmış pervana benzer.

Kırk yaşında gazel dökülür bağlar,
Kırkbeşinde günahlarına ağlar,
Ellisinde oğullara bel bağlar,
Dağ başına çökmüş dumana benzer.

Ellibeşte sızı iner dizine,
Altmışında duman çöker gözüne,
Altmışbeşte hiç bakılmaz yüzüne,
Ahireti güzetir, Süphana benzer.

Yetmişinde gördükleri düş olur,
Yetmişbeşte çöker artık kış olur,
Sekseninde badem gözler yaş olur,
Yolunu yitirmiş kervana benzer.

Seksenbeşte artık beli bükülür,
Biter ömrü, takati gücü sökülür,
Doksanında hep dişleri dökülür,
Geldi geçti, şimdi yalana benzer.

Doksanbeş yaşına girip aşınca
Ölüm korkusu gelip yaklaşınca
İnsanoğlu yüz yaşına varınca
Sanki savrulmuş harmana benzer

10 Ağustos 2013 Cumartesi

türküler

bedri rahmi eyüboğlu söylemiş sözünü demiş;

Ah bu türküler, köy türküleri,
Ne düzeni belli, ne yazanı, Altlarında imza yok ama içlerinde yürek var. Cennet misali sevişen, Cehennemler gibi dövüşen, Bir çocuk gibi gülüp Mağaralar gibi inleyen. Nasıl unutulur nasıl Ömründe bir kez olsun
Halk türküsü dinleyen..Halk türküsü dinleyen?
güzel şeydir türkü, uzun yolda dinlenilir, olgun başaklar boyunlarını büktüğü zamanlarda geçerken tarlaların ararasından aracın hoparlöründen gelir bir ses der,

"sağ olsam gelmez idin, öldüm yasa mı geldin?" nefesinin nefesine bir daha vurması dileğiyle yanıp tutuşur.

'yar' deyince kalemi elden düşenler mi ararsın, lambada titreyen alevi üşütenler mi? hepsi vardır türkülerde.
derindir türküler, alır götürür seni.

neşet abimiz dolaşıp alemi gurbet gezeli bulamıyor zahidesinden güzeli. sinemde gizli yarasını kimse bilmezken hiçbir tabibin yarasına merhem olmadığını söyler. türküler bizden bir paçadır.

ve uzun yolda türküden başka dinlenilecek birşey varsa o da pink floyd dur. eski şarkılarından başlanır güzel güzel dinlenir, müziği bir başka sözleri bir başkadır. türkülerle dertlenip pink floydla eğlenmek güzel olur. gülmek istenilince de bu dinlenilir, favorilerimdendir







herkese saygılar sevgiler.
13' ramazan bayramının üçüncü günü, ankara. 




7 Ağustos 2013 Çarşamba

Çadır Kampı İçin Hazırlık - Gerekli Malzemeler

güzel ülkemizin her bir köşesi bir cennet. her bölgede keşfedilmeyi bekleyen doğal güzellikler var. bazıları çoktan keşfedilmiş milli park yapılmış koruma altına alınmış.

kampçılık küçükten beridir hevesimin olduğu bir spor. gerekli ekipman ve imkanlarım olmadığı için sadece takip edebildiğim bir doğayla iç içe olma serüveni. bende kendi kendimi gaza getirmek suretiyle ucuz ancak başlangıç için yeterli olabileceğini düşündüğüm ekipmanlarla bu serüvene ortak olma peşindeyim.

gerek kamp sporuna yeni başlayacaklara rehber, gerek bu konuda tecrübeli arkadaşlara hatırlatma olsun diye aşağıda kamp için olmazsa olmaz malzemeleri paylaşağım;

  • Çadır ; iki kişi için en az 200*150cm boyutlarında üç kişi için 200*200 boyutlarında olmasını tavsiye ederim
  • Mat; eğerki arabanızla gidiyorsanız taşıması problem olmaz diyorsanız çadır zeminini taşlardan güzelce temizledikten sonra yorgan kilim vs kullanarak kendinize rahat bir zemin oluşturabilirsiniz. tabiki bu temizleyebileceğiniz kadar düzgün zemin olan yerlerde ve yaz günü uygun olabilir
  • Uyku tulumu; kış mevsiminde şart
  • Çakmak, kibrit, çakmak taşı; mutlaka bulundurulması gerekir, gerek ateş bir kampın vazgeçilmezidir. çakmak taşı daha bir otantik olur ancak tutuşturmak biraz zor, videoları var aratıp izleyebilirsiniz çakmak taşıyla ateş yakmanın olayını. ayrıca raşo denilen mavi bir tutuşturma sıvısı vardır onunlada daha rahat ateş yakabilirsiniz.
  • Bıçak, çakı, konserve açacağı; 3 gün veya daha uzun süreli kamplar için konserve yiyecekler götürmeniz tavsiye edilir konserve açacağı işe yarayacaktır. 
  • Yeterli miktarda su; kamp yeri çevresinde içme suyu temin etmeniz zor olabilir.
  • Pamuk; burun kanamalarında ve bazı yaralanmalarda işe yarar
  • Islak mendil, peçete; temizlik için olmazsa olmazlardan.
  • İlk yardım kiti; hiç yoktan yara bandı, gazlı bez ve ağrı kesici bulunmalı.
  • Güneş kremi; plaj kampları için şart.
  • Mikrofiber havlu; 3 veya daha uzun süreli kamplar için alınması faydalı olur. decathlon da 12 lira.
  • Mini şampuan; 3 veya daha uzun süreli kamplar için..
  • Işık, ışıldak, denizci feneri, kafa lambası, fener, ışık çubuğu; mutlaka bulunmalı en az 1i.
  • Yedek pil ve bataryalar.
  • Solar Charger; bazı durumlarda çok işe yarıyabiliyor. hepsiburada gibi sitelerde 20lira civarı.
  • Şarjı full yedek bir telefon; hayat kurtarır.
  • Yedek tişört, eşofman, çorap;
  • Şapka;
  • Böcek koruyucu sprey; böcekler hoşunuza gitmeyecek.
  • Büyük boy çöp torbası; unutmamalıyız ki bizler doğada sadece misafiriz mümkün olduğunca geldiğimiz ve gittiğimiz belli olmamalı.
  • İp
  • Harita
  • Ayna; kızlar zaten çantalarında bulunduruyor.
  • Naylon 1*1 metre boyunda bile olsa çadır dışına koyacağınız ayakkabı ve çantalarınızı korur. 
  • Koli bandı; gerçekten çok faydalıdır, çadır direklerinin kırılması veya çadırın delinmesi esnasında ucuz ve en zeki yoldur.
  • Kitap, kulaklık, defter, kalem; kendinize zaman ayırın..
  • Fındık, fıstık, çekirdek; çekirdek kabuklarını çadırınızdan uzağa atın yada çöpe atın böcekler gelecektir. 
  • Ekmek

Arabanızla gidecekseniz semaverinizde demleyeceğiniz çaylar pek bi güzel gidecektir geceleri. şimdilik bu kadar, yakın zamanda planladığımız soğuksu milli parkı bir gecelik kampımız tamamlandıktan sonra sizinle paylaşacağım :)

18 Temmuz 2013 Perşembe

ceyran

odamın balkon kapısı açık,gün boyu eser rüzgar dolar odamın içine.
gece vakti kalkarsam eğer hissederim parkemin buz gibi soğuğunu,
soğukta yatar iyi rüyalar göremem.

rüyalarda insan korkularını görürmüş,
korkularımı düşünmekten korktum ben.

 motorsikletimin tek silindiri ritmik inip çıkmıyor motor bloğunun içinde.
kalbimin ritmi de motorsikletimin pistonu gibi ritimsiz.

 hayallerle ilgili söylenmiş olan pek çok söz vardır,
söz vardır ki seni bir yerden hayallerine uçurur.
söz vardır artık gerçekleşmeyeceğine emin olduğun hayallerini hatırlatır.
ve söz vardır başın ağrır, ritmin bozulur.

 söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.. \ fuzuli

5 Temmuz 2013 Cuma

ölümdür yaşanan tek başına, aşk ik ikişiliktir.

insan alışır herşeye, sevmeye, sevilmeye, ölüme, boşluğa ve yokluğa
her zaman inandım buna, alışmaktan daha zor olansana alıştığını bırakmaktır, zordur ama olmayacak birşey değildir. en zorusa alıştığının seni itmesidir.

insanların algıları farklı, buna kimsenin bir lafı yok. hayatı farklı görüyoruz ki farklı hayatlar yaşadığımız için bu normal. o zaman insanları bir arada tutan ne? insan ne ile yaşar? (tolstoy- insan ne ile yaşar kitabını oku).

insanları bir arada tutan şey sevgidir, bakma sen milletin yok iyi anlaşma yok bilmemne dediğine. anne babanla iyi anlaşmasanda seversin ve bir arada kalırsın çünkü yıllardır emek vermişsinizdir beraber bir iletişim kurmuşsunuzdur.

beraber bir sevgi kurmanın ne demek olduğunu beraber bir bina inşaa etmeye benzeterek daha önce anlatmıştım. özetliyorum; beraber sevgi inşaa etmek yanyana iki tuğlayı birleştirerek başlar ve her seferinde birinin bir kendi tuğlasının üzerine birşey koyması ile devam eder.. gün  gelince ara ara verilen emeklere bakılır eğer tuğlalar eşitse denirki vaay be ne güzel gidiyoruz. eğer tuğlalardan biri yüksek olsun biri az emek vermiş olsun kavgalar başlar.

en sıkıntılı nokta bir tarafın fazla emek vermesiyle ( yada öyle düşünmesiyle ) cereyan bulur. artık binamız sallanmaktadır. bunun sebebi ağırlık merkezinin sapmasıdır. kişiler istemesede şeytan vesvese verir ve kurdukları sevginin üzernde oturanlar sorgulamaya başlarlar. buraya birşeyler yazacaktım lakin sonra yazayım. sonu mağlum.

anlayacağınız bir sıkıntınız varsa sevginizle sevgilinizle hemen paylaşın bunu birbirinizle, uçurum büyümezse düzeltmek kolay olur. uçurum büyürsede düzeltmek sadece zorlaşır :)

bir insanı kazanmak için herşeyi yaparsınız, eğer o inanı kazanıyorsanız onu elinizde tutmak içinde herşeyi yapın. yaptıklarınız yetmeyebilir, siz deneyin ve kibar olun.

kelin ilacı olsa kendi kafasına sürermiş diyip saçlarımın dökülmesini tekrar vurguluyor ve şunu belirtmek istiyorum, kendinizi bırakırsanız düşersiniz birbirinize tutunun. ancak karşıdaki sizi iterse daha kötü düşersiniz. beraber atlarsanız çok emek verenin  canı biraz daha yanar. karşıdaki kendinin de düşeceğini bile bile sizi iterse beraber inşaa ettiğiniz sevgi kulesinden, vay halinize. çünkü burda bir mantıksızlık var.

zırvalıklarımı okuduğunuz için teşekkür ederim.

uçurumun kenarında, bizi iten rüzgarında, pek güvenli değil ama, düşmemek için tutun bana..

22 Haziran 2013 Cumartesi

şarj aleti batarya

hüzünlü bir günde başladım yazmaya hüznümün nedenini söyleyeyim ben sana;

balıklarım ölüyor, ölüyorlar ahâli yardım eden yok kurtaramıyorum
cesetler birikti sayı oldu otuzüç  elimden gelmez birşey hastalandı lepisteslerum.

bataryam bozuluyor halbuki ben işimi alırım hep sağlama
amerikadan gelmeden aldım 2 yedek batarya
ancak şimdi sorarsan bozuktur orjinali
idare etmeye çalışıyorum with iki tane çin mali

şarj aletim bozuktur tutmuyor ucu sonu
bir saat bekleyirum şarj  ediliyorum görmek içun
halbuki amerikadan getirdim 2 tane yedek şarj aleti
hepsimi bozulur arkadaş nedir bu çin mali

ah belim ağrımasa umrumda olmaz hiç biri
bel fıtığı geldi başa
çekecemiz var imuş bu genç yaşta..

seninde anlayacağın sıkıldım ula dostum  staja başladım birde temsan diye bir yerde
meğersem bu kurum zarar eder dururmuş, devletimiz sağolsun artık üretim yok imuş
bende boş boş işte gidip gidip geleyrum
bu dünyadaki ahenki seyirlere dalayrum

1 Haziran 2013 Cumartesi

neden başlıklı haziran 1 mektubu

her lafımı beğenmeyebilirsin, ancak saygı duymak zorundasın. tıpkı ben gibi.

insanoğlu gerçekten ilginç bir yaratık olduğunu varoluşundan beri kanıtlıyor, kanıtlamaya da devam ediyor. galeyana gelme cengaverlik yapma ve vatanı kurtarma arzumuzun hat safhada olduğu şu dönemde, dün sabah 5 sularında fitili ateşlenen yanlış yönetim, şiddet merkezli süreç yönetimi ve ben kibri nedeniyle birçok insan zarar gördü ve halen zarar görmeye devam ediyor.

ben polise taş atan eylemciyi sevmem eğer polisle karşı karşıya geldiğinde ortam hat safhada gerginken ilk taşı polis atmadıysa. eğer ki polis atmışsa bu düzende tamamen kökten bir yanlışlık var demektir.

farzedelim 100 eylemci (esasında 80 tanesi hükümete olan tepkisini şiddetten ayrı bir yolla mitingle dile getirmek istemektedir) karşısında 40 polis ve bir toma buluyor. tepki göstermek isteyen vatandaş ıslık çalıyor slogan atıyor ve polis bekliyor. tepki gösterenlerin arasından birkaç tane şerefsiz polise şişe, taş ve benzeri birşeyler atıyorlar polis bekliyor. duyarlı vatandaşlar polisle diğer vatandaşlar arsasına girip yüzleri vatandaşlara dönük şekilde atmayın diyerek ellerini kaldırıyorlar. ancak vatandaşın içinden bir dürzü yine bir taş çıkarıyor ve polise sallıyor. daha sonra durumun akıbetini kestiren diğer vatandaşlar tam çil yavrusu gibi koşuşturmaya başkayacakken poliste biber gazı kapsüllerini güdümlü füze gibi çömelerek ateşliyor ve ortalık bomboş. herkes başka yerde.

daha sonra polisin olduğu taraftan geçen bir takım vatandaşlar polise nereye gidelim diyorlar? metro kapalı,otobüs geçmiyor, her yer gaz bulutu nefes almak güç. polis manidar bir cevap veriyor: "yukarı git, aşağı git, nereye gidersen git, sixtir git. atın arkadaşlar atın bombaları". haydi bari aşağı gideyim diyen vatandaş yolunun üstündeki bomboş alana atılan biber gazı ile gözlerinin ve akciğerlerinin kontrolünü kaybedip nefes almakta güçlük çekiyor ve yoldan geçen bir otobüse gözleri kapalı öksürür halde kendini zor atıyor. otobüstekiler hazırlıklı ki biri limon uzatıyor biri ıslak mendil vermeye çalışıyor biri su döküyor yüzüne, 2-3 dakikalık çileden sonra vatandaş kendine gelir ve otobüs onu biryerde bırakır.

vatandaş ne düşünür (kendi kendine konuşur, deli dediler.):
* ulan polis boş yere neden gaz attın? ben yoldan geçen vatandaşım neden benim canımı yaktın bunun hesabını kim sorar?
* vatandaş cevap verir, kimse sormaz, soramaz çünkü benim ülkemde demokrasi ve hukuk henüz bu kadar gelişmedi. ha ekonomi gelişti, zenginler zenginleşti, orta düzeyler yine orta düzey, fakir yine fakir bu başka.

-ee şimdi bu göstericilerin arasındaki dürzüler taş atmasa acaba ne olurdu onlar neden taş attılar onların amacıda ortalığı karıştırmakmı? polis bu şekilde tepki vermeye mecbur mu bırakıldı?
-göstericiler sinirli, haklı bir sinir, birçoğunda ise çeşitli sebeplerden ötürü nefret var. polis emir kulu, emri kim veriyor kardeşim, hükümet mi? emniyet müdürü mü? kim?
-kimse kim. eğer yarın olduğunda dünkü gibi bir hesap sorulmayacaksa polisten bir anlamı yok. sistem bastırma ve sindirtme sistemi mi oldu.

*ak parti sosyal bir hareketin sonucu olarak iktidara geldi, yükseldi, ve dün olanlar kibrin, ben kavramının ve diğerlerini ötekileştirmenin bir delili oldu.

-siyaset bu kadar insanın yaralanması, sinirlenmesi, nefret beslemesi, kutuplaşması taraf olması için yeterli bir gerekçe mi?

-milletimizin içinde de ne yazık ki farkında olmadan yada farkında olarak, gaflelet ve hatta hıyanet içinde olanların varlığı bu tür olayların çözümünde çok büyük engeller teşkil etmektedir.

adamın biri soruyor ne zamana kadar suscağız? ne zamana kadar?
- susmak demek bugün kızılayda, taksimde, istiklalde, tunalıda vb. olmak değil. konuşmak ve sahip çıkmak demekte bugün dışarda olmak, taş atmak, çöp yakmak, değil.

bugün yaşadıklarımı anlatmaya çalıştım. çözüm nedir senin bir fikrin var mı derseniz, öncelikli çözümün herkesin işini en iyi şekilde yapmasını
bugün dışarda slogan atanların çöplerini yere atmamaktan başlayarak kendilerini çevrelerini ve herşeyi daha güzel yapmak için çaba göstermelerini
 bugün dışarıda olmayanların neden dışarda olmadıklarını şahıs olarak nasıl bir vatandaş olunmalı bunu düşünmelerini
15 yaşından itibaren herkesin bir hayal kurup bu hayali odalarının baş köşelerine asmalarını bu hayalde nasıl bir gelecek düşleyip nasıl bir ülkede yaşamak istediklerini yazmalarını ve tez elden bunun için çalışmalarını
hükümetin (kim gelirse gelsin, sonuçta bugün o, yarın sen)  yüzde kaç oy alırsa alsın diğerinin de sözünü dinlemesini
polisin ben napıyorum lan diye kendine sormasını
rant için birşeyler yapanların bunu uzun uzadıya düşünüp kefenin cebinin olmadığını anlamasını
bazı dürzülerin de ortamı karıştırmak için sosyal medyada asılsız fotoğraflar, paylaşımlar yapmamasını yapsalar bile ulan kardeşim dediğim insanın biraz araştırıp körü körüne inanmamasını
..
..
..

diye uzayıp giden bir dilek listem var.

vel hasıl kelam;

“bir gemi dolusu katil olsa da, içlerinde bir masum olsa o gemiyi batıramazsın." 
"kıyametin koptuğunu görseniz de elinizde fidan olsa onu dikin" hadis-i şerif.
"yurtta sulh, cihanda sulh" m. kemal atatürk / 20 nisan 1931
"vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır" m. kemal atatürk


anlayacağın sinirliyim, öfkeliyim, ancak yapılması gereken hakkında düşünmek gerekli, galeyana gelmemek, cengaverlik yapmamak gerek.





15 Nisan 2013 Pazartesi

ergonomik haykırış

yaşam pınarlarından ergonomik bir haykırışla karşınızdayım. bol kitaplar aldım okuyup etkilenip anlatacağım. kitaplar bol geliyor artık bana, yazmaya ara verdiğimden beridir zayıflamış okuma haznemde.
1. zaman çarkı serisinin ilk kitabını aldım. 1000 sayfayı bir çırpıda okudum.
2. che nin motorsiklet günlükleri kitabını aldım, zamanında filmini çok seyrettiydim hevelsenmiştim.
3. zen ve motorsiklet bakım sanatı isimli felsefi kitabı aldım.
4. bilgelik hikayeleri isminde hem ucuz, hem dolgun, hem küçük, hem süper bi kitap var onu aldım.
5. zaman çarkı serisinin ikinci kitabını aldım sınavlar bitince başlayacağım ( kesin yaz ayında anca başlarım)
6. hediye kitaplar efendim ne olduğunu söyleyemem :)

motorsikletime deri çantalar aldım yakında güzel yakışıklı fotoğraflarını paylaşacağım motorun ancak şimdilik bununla yetinelim : buyurun sarven iki namı diğer kırmızı balık. baş rolde komşumuzun oğlu taha!





24 Mart 2013 Pazar

lambadaki sokak

her an bir mum yanıyordu evrende
bizim buralarda da durum aynı aynı idi

benim hikayem böyle başladı işte
ben kendi kendine tükenen ve akan mum damlalarından doğdum
bir araya gelmiş birçok tükenmişliğin bir timsali olarak birleştirdi beni
tükenmişliğin içine birazda mavi kattı -ki ne olduğunu çok sonradan öğrendim
içimden yağlı bir ip geçirdi "yağlı bir ipin hatırlattığı korkunç şeyler vardır" derken

ve buzun içindeki buzdan daha soğuk bir yere gittik
o yandı ben buz kesildim
artık buzdan bir mum olmuştum
karanlığın içinde kaybolmuştum
keskin bıçak gibi sivri
yakmaya çalışanın canını yakar olmuştum

hiç kimsenin geçmediği bir sokakta, sokak lambası misali
kimseye faydalı, sana faydasız olmuştum.


Mr. Zagoncu
24 Mart 2013 / bir ygs günü
ankara.

17 Şubat 2013 Pazar

yavru demasoni

akvaryum demek hayatımda kocaman bir yer demek. uzun süredir ara verdiğim hobiye 7 yaşındaki kuzenime evde kalan son akvaryumu hediye ettikten sonra belki onu kıskanmam belkide kuzenimde gördüğüm balıkların bende bir özlem uyandırması sonucu gidip bir akvaryum aldım. ve hobiye geri dönüş yaptım.


16 yavru demasoni ve 3 adet cüce vatoz ile yeniden başlayan serüvenimin 8. günündeyim. 1 vatozum çok meraklı olum motorun filtre kısmına girdiği için tez elden can verdi. iki yavru demasonim ise 2şer gün arayla öldü. diğer balıklar %80 sağlıklı görünüyorlar.. böyle işte..



Pseudotropheus demasoni türü malawi gölünün en güzel balıklarından bir tanesidir. kayalıkları

sever her malawinin ortak özelliğidir bu. tropheus türlerine benzerler davranış bakımından. çok bölgecidirler. üretim yapılmak istenen bir koloni ve sağlıklı bir akvaryum için 1 erkek 5 dişi oranı uygundur.





gariban vatozum..


25 Ocak 2013 Cuma

noteLook

"noteLook"  zebralı mavi kapaklı sarı sayfalı defterimin üzerinde yazan şey işte.

bir tavsiyeye uyup neden taht oyunları ? diye başlıyorum söze;

taht oyunları öyle bir seri ki ingilizce 4 kitaptan oluşan kemik seri türkçeye çevrilirken 7 kitap oluverir. serinin 6. ve 7. kitabı bu kasım ayında türkçe olarak piyasaya çıkmıştır.
geoırge r.r. martin tarafından yazılan seride o kadar fazla ana karakter vardır ki saymakla bitmez. hatta kitapların en arkasında haritalardan önce sayfalarca kitapta geçen hane mensuplarının detaylı listesi ve açıklaması mevcuttur. aynı zamanda seride o kadar fazla ana karakter garip şekillerde can veriyor ki neden taht oyunları olduğunu entrikaların içinde artık entrikaları çözmekten vazgeçmişken alıyorsunuz.
şuan serinin 6. kitabını okuyorum. olgunlardan çakmasının 3 tanesini pazarlıkla 20 ye. iki tanesini 15e yada tanesini 8-9 liraya alabilirsiniz. orjinalini  ise 22 liraya dost kitapevinden, 17 liraya yanındaki yargı kitapevinden teymin edeblirsiniz.


durumlar böyle hacılar. diablo 3 güzelleşmiş diyorlar ne yapsak ne etsekte kendimizi alıkoysak oynamasak diyorum ancak göreceğiz bakalım :) oyun orjinal sitesinde 59.99 dolar. ancak vatan bilgisayarın web sitesinde 82 liraya kadar teymin edebilirsiniz.


23 Ocak 2013 Çarşamba

vaay be

vaay be, amerikada çektiğim fotoğraflara kameramın elverdiğince güzel çektiğimi düşündüğüm bir fotoğrafa rastladım..


ve gözümün önünden bu armanın bende olan biçimleri geçti gitti..

king of the road
a gift

harley davidson  kupa
game cards - a gift

harley davidson oyun kartları







16 Ocak 2013 Çarşamba

ah be hocam.

hemen birşeyler yazıp kaçacam.

thermodynamics dersinden tam kaldım kalacam derken. geçmişten biraz bahsedeyim;,

çok çalıştığım vizeden 20 alınca ikinci vizeye yardırdım tabi. kaç aldım 32.
kağıdıma bakmaya fırsat bulamadan finalide olunca benim ümitlerim suya düşmüşken finalden 65 i çakmamla beraber hocanın bizi ıkındırma seansınada son vermiş oldum.

stres dolu anları yaşamama sebep veren hocamın ismini daha sonra yazacağım (dersten geçtikten sonra) uzunca bir yazıyla açıklayacağım.

oh.