9 Şubat 2018 Cuma

Yirmi Beşinci İsim Günümde

Tam yedi yıl geçmiş bu blogda yazdığım ilk doğum günü yazısının üzerinden. Yazının başlığı "iyi ki doğmuşum". Tabi o zamanlar ne bir motosikletim vardı, ne de etherium tabanlı bir kripto para cüzdanım. Hatta ertesi gün bisikletten düşüp bunun hakkında da bir paragraf yazıvermiştim.

Yirmi beş.
Bu yazıya 18 yaşımın getirdiği heyecanları hatırlayarak başlamak istedim, çünkü yirmilerden yirmi beşe doğru gelen isim günlerimin hiç birinde çocuksu heyecanım beni bu kadar sarmamıştı.

Yirmi beş.
Bir çeyreklik ediyor  bazı para birimlerinde, sonuna asır koyarsan çeyrek asır ediyor  bak sen şu işe!

Yirmi beş defa dönüyor dünya güneşin etrafında, yirmi beş yaş yaşlanıyor annem babam, yirmi beş yaşında doğuruyor annem ve kucağında kanım, kardeşim ablam.

Bu yazıyı yirmi beş yüz yıl gibi gelen zamandır oturduğum sandalyeden yazıyorum. Bilen bilir yurtta ders çalışırken tünedik bir köşeye ve her gün aynı masa, aynı sandalye. Uzun süredir günlük hayatım ders çalışmaktan başka yaptığım şeylere (bkz: yemek yemek) ayırdığım vakti kaçamak yapmak olarak değerlendirmekle geçiyor. Benimle aynı kaderi, aynı anıyı paylaşan bir sürü insan var, hepsine Allah kolaylık versin. Şuan ders çalışmam gereken vakitten çalıp bu yazıyı yazıyormuşum gibi bilinç altımdan dürtüler gelse de "höyt ulan bu yazıyı yazacağım bir susun!" diyorum içimden.

Bu dönem de neredeyse bitti, monotonluk maratonunda son iki hafta kaldı. Ben yirmi beş oldum, ve okul bitince ne yapacağım, dünyanın hangi ülkelerine ne zaman gideceğim, hangi motosiklete bineceğim, hangi işte çalışacağım, hangi okulda zevk için yüksek lisansa kaydolup ki kazara bir diplomada daha alıp, askerliği de araya sıkıştıracağım gibi sorular rutin olarak kafamda dolaşmaya başladı. Bunlar büyük adam sorunları mı acaba diye düşündüğüm yıllar -ki bunlar 22 ve 23 e kadar- hemen geçiverdi ve yirmi beşi gördüm. Hep söylerim en güzel yaş 19 dur. hatta 19 DUR ve ilerleme yani o derece. Çünkü 2 ile başlayanlara gelince birden hızlanıyor hayat. Çünkü zaten fotosentez yapmaktan kendini buluşa geçiş, ardından sınav telaşı, buna ek olarak üniversite nedir napıyoruz şimdi derken 2 ile başlayan rakamları otomatik görüyoruz ve farkında olarak, enerjik olarak, hem büyümeden hem de küçük de olmadan yaşayacağımız 10 yılın içine giriyoruz.

Eh ben şimdi yarısını doldurmuş olmanın haklı üzüntüsü içerisindeyim. Aynı zamanda yazının başında belirttiğim gibi 7 sene öncesinin heyecanına en yakın olduğum an belki. Yanımda olanların kıymetini en çok bildiğim zamanları yaşıyorum. Ailemin, arkadaşlarımın ve her gün kıllı elleriyle yaptığı poğaçalarını aldığım tekvandocunun yanındaki laz amcanın.

Bu blogun arka fonunda bir insan ve fotoğraf makinesi görürsünüz. Bu iki amaca hizmet ediyor, birincisi benim anlattıklarımın da sizin hayatınızdan bir parça içerdiğine, benzer hayatlar içerisinde olduğumuza, en azından duyguların, sevinçlerin, hayallerin ve acıların benzer olduğuna vurgu yapmak. İkincisi ise kendime, geçmişime, hislerime bir ayna tutmak, yaşadığım duyguların, sevinçlerin, anıların zaman boyutu içerisinde kaybolmadan kalabildiğini görmek. Özetle hem kameranın arkasında, hem de kameranın önünde olmak.

Hayatlarımıza, etrafımızda olan bitene ve etrafımızdaki insanların hayatlarına yeri geldiğinde hem kameranın önünden hem de kameranın arkasından bakabildiğimizde daha iyi insanlar olabileceğimizi düşünüyorum.

Bu ailemle kutlayamadığım ikinci doğum günüm. Gözlemeden, iskenderden, türlü türlü güzel yemekten uzak, sınavlara yakın, çalışma masasına bitişik geçirdiğim ikinci doğum günüm.

Ve son kez yirmi beş.
Bu yıl, iki ve beş bana şans getiriyor.

Bkz: 24 - 23 - 22 - 21 - 20 - 19 - 18