17 Aralık 2015 Perşembe

Şiir Gibi Kız

Dalgalanırken deniz
Gözlerin sessiz
Ve soğuk hava
Yürüyorsun bir sahil kenarında

Kalbini açmışsın insanlara, sevgi vermekten korkmadan
Düşlerin vardır
Kış mevsimlerinde kolunda bir delikanlı; kardan adam

Hep sonradan gelir aklım başıma
Sisler bulvarından kopamamam bu yüzden belki de
İçimde fırtınalar esiyor
Kayboluyorum en ıssız yerlere sürükleniyorum
Gözleri sessiz bir kızı
Sahil kenarında yürürken görüyorum

Yıldızlar neler fısıldıyor sana?
Neler düşünüyorsun başını koyunca yastığına?
Bilmiyorum

Okyanuslar geçip, denizlerde yitip gidiyorum
Yaşadıklarım ve geçmişim pek akıllıca değil
Sen neler yaşıyorsun merak da ediyorum

Bildiğim tek bir şey var
Ne çok, ne de azsın
Herkesten hallice şiir gibi kızsın


12 Aralık 2015 Cumartesi

Updated Life Plans - Volume 12.12.15

Ben hiç alarm kurmam, kursam da büyük ihtimalle alarmdan önce kalkar ve çoktan hazırlanmışken öten alarmı kapatırım. Bu gün de öyle bir gündü.

Bundan beş yıl önce aile baskısı sebebiyle açıköğretim fakültesine kaydolunmuş ve ismi şekilli olduğu için "uluslarası ilişkiler" bölümü seçilmiş, tüm derslerden kalınmış, bir defa tam yıl ve bir defa da yarım yıl ara verilmiş ve ite-kaka üçüncü sınıfa geçilmiş. Bugün ve yarın da sınav olduğu için alarm sınav saatinden 1buçuk saat öncesine kurulmuş ve alarmdan yarım saat önce otomatik uyanılmıştır.

Hep mişli-muşlu cümleler kurmak istemiştim. Yukarıdaki paragraf bu isteğimi bir iki yıl daha karşılar deyip esas konuya geçiyorum.

(Ayvalı ıhlamur çayı içerken dinlediğim şarkı burada)

3-5 ay önceki ben ile şimdiki ben'in düşünceleri arasındaki uçurum hiçbir zaman şu anki kadar farklı olmamıştı. Mezun olalı neredeyse altı ay olacak ancak istediğim gibi bir iş henüz bulamadım. İşsizliğimin ortanca safhalarını yaşadığımı düşündüğüm bu dönemde ODTÜ ve Hacettepe'ye yüksek lisans başvurularında bulunma kararı aldım. Eylül 2016'da da avrupada yüksek lisansa başlayacağımın planı ve hazırlığı içerisindeyim.

Kısaca iş bulmaktan ümidi kestim. Bu yazıyı yazarken bile  'ya öyle demesene belki bir kaç ay içinde çok iyi bir teklif gelecek' gibi düşünceleri aklımdan uzak tutamasam da bu böyle. Öyle bir şeye inancımın kalmadığını söylemek doğru olur.

Altı ayda ne öğrendim? Çalıştığın şirkette patronun / müdürünün önemli olduğunu, eğer sadece tecrübe sahibi ancak vizyon sahibi değilse böyle bir ortamda çalışmanın beni rahatsız edebileceğini öğrendim. Henüz kurumsal yapıya ulaşmamış firmalar patron bazlı çalıştığından dolayı patronun para vermek istememesi, ucuz işgücü kullanmak istemesi ve insanların haklarını - emeklerini - önemsememesi gayet normal karşılanıyor bunu öğrendim. İş arkadaşlarının önemini öğrendim, bazı tehlikeli insanlar olduğunu, saygı kazanmak için ilk aşamada saygı göstermek gerektiğini öğrendim.

Paranın imkan sağlayan bir amaç olduğunu, bir şekilde kazanılabileceğini ancak aynı zamanda yürek karartan bir perde olduğunu, zamanla vicdanları da yok ettiğini öğrendim.

Son olarak iş bulabilmek için zeki, çalışkan, ileri görüşlü, kendini geliştirmiş vs. olmanın değil, bir tanıdığının olmasının yeterli olduğunu öğrendim.
_____________

Deli olduğunu düşünen varsa okusun.

Nasıl ki delilik dediğimiz durum aşikar, sağduyuya dayalı bir anlamı yoksa, akıl sağlığına iliştirilen değerler de ebedi veya 'doğal' değildir. Bazı insanların deli olduğu algısı düşünce tarihinin bir parçasıdır ve deliliğin tarihsel bir tanıma ihtiyacı vardır. Delilik anlam ifade etmemek, ciddiye alınması gerekmeyen şeyler söylemek demektir. Ama bu tamamen, belli bir kültürün anlamı ve ciddiyeti nasıl tanımladığına bağlıdır; tanımlar ise tarih boyunca büyük bir çeşitlilik göstermiştir. Belli bir toplumun düşünülmemesi gerektiğine kanaat getirdiği şeyler delilik olarak adlandırılır. Kati sınırlar koyan bir kavramdır delilik; hudutları 'öteki'ni tanımlar. Deli, toplumun dinlemek istemediği, davranışları kabul edilmez olan, bastırılması gereken kişidir. Farklı toplumlar deliliğe (yani neyin anlam ifade etmediğine) dair farklı tanımlar kullanırlar. Ama bu tanımların hiçbiri diğerine göre daha az'yöresel' değildir. Örneğin Sovyetler Birliği'nde siyasi muhalifleri akıl hastanelerine kapatma uygulamasına yönelik infialin bir kısmı hedefi ıskalar, çünkü sadece böyle bir şey yapmanın kötü olduğunu değil (ki bu doğrudur), aynı zamanda bunun akıl hastalığı kavramının yanıltıcı, hileli bir kullanımı olduğunu ima eder; naif bir şekilde, akıl sağlığının evrensel, doğru, bilimsel bir standardı olduğunu varsayar ( sözgelimi Fas gibi bir ülkenin değil ABD, İngiltere, İsveç gibi ülkelerin akıl sağlığı politikalarında uygulanan bir standart). Halbuki bu doğru değil. Her toplumda akıl sağlığının ve deliliğin tanımları rasgeledir, kelimenin en geniş anlamıyla siyasidir.

Artaud delilik kavramının baskıcı işlevine karşı son derece duyarlıydı. Delileri düşüncenin kahramanları ve şehitleri olarak görüyordu: ruhsal yabancılaşmanın ötesinde yoğun bir toplumsal yabancılaşma noktasında sıkışıp kalmış, deliliği kendi rızasıyla kucaklamış kişiler - daha üstün bir haysiyet anlayışına sahip olduklarından, belli bir zihin berraklığını kaybetmek ve kanaatlerini ortaya koyarken sergiledikleri yoğun tutkuyu yitirmektense delirmeyi tercih eden kimseler...

Delilik bireyselliğe bağlılığın (bu bağlılık en uca savrulduğunda ortaya çıkan) mantıksal sonucudur. Artaud'un 1925'te kaleme aldığı "Tımarhanelerin Tıbbi Direktörlerine Mektup"ta belirttiği gibi, "tüm bireysel eylemler antisosyaldir". Nahoş bir hakikat; muhtemelen kapitalist demokrasi, sosyal demokrasi veya liberal sosyalizmin hümanist ideolojisiyle de uzlaştırılamaz - ama Artaud haklı. Davranış yeterince bireysel olduğunda, aynı zamanda nesnel olarak antisosyal olacak ve diğer insanlara delice görünecektir. Bütün insan toplumları bu noktada hemfikirdir. Sadece deliliğin standardının nasıl uygulanacağı ve temel antisosyal eylemleri anlam ifade etmemekten ibaret olan kişilere reva görülen hapis cezasından kimlerin (ekonomik, toplumsal, cinsel veya kültürel ayrıcalıklar nedeniyle) korunacağı veya kısmen muaf tutulacağı konularında farklı düşünürler. 

-Susan Sontag, "Sunuş", Anatonin Artaud: Selected Writings.




27 Kasım 2015 Cuma

Hususi Öttürmeler

Yazıya özgü şarkı burada.

Masamın üzerindeki kitapların tamamını okudum. Gözlerimi başkalarının raflarındaki, masalarındaki ve kafalarındaki kitaplara diktim. Aynı zamanda ablamın verdiği patch leri motosiklet montuma diktim.

Kelimeler cımbızla mı çıkar oldu ağzımdan. "La ben hayırdır?" yani on bir ayda 6 blog yazısı nedir birader dedim ve zaten havaların serinlemesi, Ankara'da gökyüzünün nazlı zamanlarına başlaması ve hepsinden önemlisi salep mevsiminin açılmasıyla içimde tutamadıklarım dürtmeye başladı.

Ne çirkin insanlar var be hayatta.. Ne umursamaz, düşüncesiz, bencil ve bir kelimeyi bile hak etmeyen insanlar var cümlelerimizi karşılarında israf ettiğimiz.

Ne güzel insanlar var be hayatta.. İki kelamı bile yüzünüzü güldürür, kelam etmese bile muhabbeti koyulaştırabilirsiniz onlarla. Tabi sadece muhabbetle ilgili değil konu. Aslında sokak lambaları benim gözümü diktiklerim. Öylece dururlar mı sadece insanlar geçerken onlara yardımcı olmak için? Eğer öyleyse sokak lambaları gibi güzel insanlar var. Bazen umutsuzluktan bile umutları doğurmak için, gökyüzüne beraber bakabilmek, sonbaharda beraber yaprak döküp ilkbaharda beraber çiçek açmak için.

İnsan beraber daha güzel.

İnsan nasılsa devlette öyle. -Bu başka bir yazının konusu olsun-

Huysuz bir adamdan bahsettiğimi biliyorsunuz. Tanıdığım en yalnız kişi o değildi, ben çok güzel yalnızlar tanıdım. Her ne kadar insan beraber daha güzel olsa da, yalnızlık da bir çeşitlilik oluşturuyor benim gözümde artık. Bir seçim meselesi bu çoğu zaman, çoğu zaman da yaşanmışlıkların bir gerekliliği, bir korunma yöntemi gibi bir şey.

Sen ne kadar yalnızsın bilmiyorum, ne kadar sevdin, ne kadar kendinden ve kendinde olandan verdin yada kimlerden ne bekledin bilmiyorum. Huysuz bir adamın günlüğünü okuyordum, ve şöyle bir şeye rastladım:

Hiçlik içinde tanıdım seni, hiç olmadığın kadar yakınımda
Çok soru soruyordun, elim ayağıma dolaştı
Ne olur artık sorma bana

Zaman geçti, hiçlik geçti, ben geçtim
Hiç beklemediğim bir hayatı
Gözlerinde ümidi seçtim

İtiraf ediyorum, hemen değil ama zamanla keşfettim bazı şeyleri
Yeniden öğreniyordum, utanmaz bir adam oluyordum
Utanmaz ve huysuz
Sevmeyi, güvenmeyi hatta eğlenmeyi

Şimdi tüm hayallerimde kar yağıyor
Sen bir güneş kadar sıcak
Şimdi bir seçim yapmam gerekiyor
Ya karlar kalacak
Ya güneş açacak


Ben hikayelerin peşinden koşuyorum efendiler. Gerçek hikayelerin değil yalnızca. Gerçekleşmesi hiç mümkün olmayacak ancak paylaşmaktan, dinlenmekten keyif alınacak hikayelerin peşinden.

Gel benimle..





10 Kasım 2015 Salı

Elf Peksimeti Olan Var Mı?

Konu başlığının yazmak istediğim şeylerle ilgisi olmayan bir yazıya bu cümle ile başlamaya karar verdim. Konu başlığına ise odamda raflarda duvarda masada duran onlarca ıvır zıvır arasına giren yaprak şeklinde Yüzüklerin Efendisi serisinde kullanılan broş vesile oldu. Aslında ben her yazımda bu bahsi geçen ıvır zıvırları gizli olarak işliyorum, kimse bulsun diye değil, kendim unuttuğumda hatırlayayım diye.

Ben kendimi iletişim yönünde iyi bir insan olarak bilirdim. Huysuz bir adamdan edindiğim huysuzluklarımı, mantıksızlığa karşı belli bir süre sonra ortaya çıkan öfkemi ve keçi gibi inadımı bir kenara koyarsam eğer evet evet iletişim yönünden iyi bir insanım. Bu aslında çok eskiye dayanır, mahallenin konuşmadığım bebesi kalmamasıyla beraber artık ufak sokak maçlarını organize etmeye, taso turnuvaları düzenlemeye, ve büyüdükçe keşfettiğim mahallemin sınırlarında gezip yeni insanlar (hatta belki komik gelebilir ama belli başlı yeni hayvanlarla) tanışırdım. 
Lise yıllarımda bazen Kızılay'da bir bankta oturur insanları seyreder, insanların konuşmalarına ister istemez kulak misafiri olduğum zamanlar da birbirleriyle nasıl iletişim kurduklarını kendimce eleştirel bir yaklaşımla gözlemlemeye çalışırdım. Yazmaya başladıktan sonra kelimelerimi daha özenle seçer oldum. Konuşmak yazmanın aksine daha spontane geliştiği için "backspace" tuşuna basıp bazı şeyleri geri alamadığım zamanların hatırına telefonlar yaygınlaştı da herşeyi whatsappdan konuşur olduk.

Yahu tamam konuşuyoruz ama biraz dilimize dikkat etmemiz gerekmez mi? Samimeyet başka bir şey belki ama henüz yeni tanıdığınız hatta hiç tanımadığınız belki tanımaya hiç fırsat bulamayacağınız insanlarla 'sanki o insanı tanımak hiç umurunuzda değilmiş' gibi konuşmak da nesi?

İşte bu son yazdıklarım içimde ukde kalanlar. Biraz yeni gelişmelerden bahsedecek olursam evet en son -aslında ilk profesyonel- işimden ayrıldım. Başka bir firmayla görüşüyorum ancak onun sonucu da muallakta. Tüm yeni yabancı dizileri takip ediyorum, izlemediğim film kalmadı. Evet, asla hayal bile edemeyeceğim, ilerde hatırladıkça çok güleceğim bir zaman dilimi içerisindeyim. Allah kolaylık versin. 

Güzel şeyler paylaşmaya değmez mi? Güzel insanlar güzel şeyler paylaşmaz mı? Teşekkürler :

Ben yeterince iyi değilim, tamamen kötü de değilim. güven vermiyorum ama umursamaz da değilim.kaçmıyorum, durmuyorum da. sarhoş gezmiyorum, ama her an ayık da değilim. bağımlı değilim, kaçabilecek kadar da özgür değilim. politik değilim ama tarafsız da değilim. umutsuz da değilim, sonsuz da değilim.camus gibi yaşamın bir adım uzağında, ölümün bir koşu yakınındayım.
Tezer Özlü

25 Ekim 2015 Pazar

Uzun Zamanın Kısa Özeti

Hayatım çok düzenli veya tam tersi çok düzensiz olunca daha az yazdığımı farkettim. Hayatımızda olan en küçük şeylerin bile büsbütün hayatımızı değiştirebileceğine, hayatımızda olan herkesin tam olarak açıklayamasakta bizim üzerimizde kocaman etkisi olduğuna inanan biriyim.

Şuan yazmamın nedeni de hayatımda böyle bir şey..

Masamın üzerinde okunmayı bekleyen dört kitap var:
1) Trendeki kız / Paula Hawkins
2) Böyle buyurdu zerdüşt / Fredrich Nietzsche
3) Yoldaş / Casare Pavese
4) İnsanoğlu ayağa kalk / David Icke

Açıkcası bu kitapların hepsini aynı anda okuyorum, sanki bir pastaneye girmişim de farklı çeşitte baklavaları "ya bide şunun tadına bakabilirmiyim" diyerek biraz da yüzsüzlükle istiyor hepsinin tadını aynı anda merak ediyormuşum gibi. Hangisinin en lezzetli olduğunu başka bir yazıda anlatayım.

Ben huysuz bir adamın günlüğünü okurken yazdıklarımı, yazarken aldığım keyfi çok özledim. Bunu bu sabah farkettim. Uzun zamanın kısa özetini yapmaya da aynı zamanda karar vermiş oldum.

Ah be, bir korsan gemisinin kaptanı olmayı hedeflerken kendimi endüstri mühendisi olmuş, törene istediğinizi çağırabilirsiniz falan muhabbeti geçerken 15 saniye içinde elime diploma verilmiş, tüm hocalarla öpüşülüp helallik alınmasının ardından eve yollanmış "artık mühendissin kaç yaşına geldin hadi bir şeyler yap, askere git, iyi bir iş bul, istediğin arabayı evi almak için para biriktir, istersen yüksek lisans yap, belki biraz dinlenmek için imkanın elverdiğince tatilin keyfini çıkar" gibi bir algı havuzunun içine atılıverilmiştim.

Bu gaz ve beklenti havuzunda kulaç atarken henüz okuldan mezun olmadan gelen birkaç iş teklifi ve iş görüşmelerinin de verdiği gaz ile elimde diplomayla "hülooğğğ" şeklinde ortalarda dolaşır olmuştum.

Lafı uzatmadan sadede gelirsem bu gazın sönmesi, talihsizliklerin birbirini kovalaması ve işsizliğin dibine vurmam dört ay sürdü. Artık cennet vatanımızın 81 ilini ayırt etmeden yaptığım iş başvurularının hiçbirine cevap alamadığımı görünce 2 Ekim 2015'de aldığım bir telefon, gittiğim bir iş görüşmesi sonucunda Bağdat Baharatları firmasında İthalat İhracat Sorumlusu olarak işe başladım.
İki hafta içinde işten çıkma kararı aldım ve sanırım haftaya ayrılacağım.

Bu günlerde motosikletle yolculuk yapmayı o kadar özlüyorum ki. Yaklaşık iki ay önce güzel yoldaşım, prensesim Gypsy ile yollarımız ayrıldı. Son fotoğrafımızı da buraya ekliyorum.

Ankara'yı çok severim, iyi ki kışları sert geçiyor, yağmur yağıyor, hava kapanıyor, kar yağdığında "asvaltlar ışıldıyor, buz tutuyor resmi yalanlar". Kışı geçirmek için, aynı zamanda annemin aktif araç kullanımına geri dönmesine de katkısı olsun diye ufak bir araba aldım. Aynasına da yıllar önce Sinop'ta amcamın bana hediye ettiği "araban olursa aynasına asarsın" dediği yıllardır da masamda duran tekneyi asıverdim.

Minicik elleriyle ailemizin kocaman genişlemesine neden olan yeni bir kuzen sahibi olduğumu da dile getirmezsem ilerde bunun hesabını sorar diye düşünerek Meleknaz'ın da bir fotoğrafını şuraya iliştiriyorum.



Bunu belki o kadar çok tekrar ettim ki, düzenli olarak yazdıklarımı okuyanlar sıkıldı. Ancak tekrar dile getirmek istiyorum. Bunun nedeni buna inanmak istemem, yazmak için bir kuvvet bulmak istememdir.

Ben neden yazıyorum aslında biliyor musun? Ben kendimden kaçıyorum, huysuz bir adamın yazdıklarına yaklaşıyorum hava karardığı zaman. Yıldızları düşündüğümde her seferinde içimi bir hüzün kaplıyor. Hafiften melankolik yanımı bir nebze de olsa alıp kenara götürüyor. 3 kilogram olan minik bir bedenden dünyaya açılan gözlerin neler gördüğünü hayal etmekten, bunu paylaşmaktan zevk alıyorum. Bildiklerim o kadar az ki, bunların bir kısmını kendime saklamamakta sakınca görmüyorum. Yazdıklarımı ayda yılda bir okuduğumda kendimi hatırlıyorum. Kaybettiğim heyecanımı, mutluluğumu, sevdiklerimi ve heveslerimi yazılarımda buluyorum.

Ve hepsinden önemlisi yazdıklarımı biri okur da, yüzünde bir gülümseme oluşur diye seviniyorum.

Zagoncu



29 Mayıs 2015 Cuma

Bazen herşey biter yine başlar yeni baştan..

Gece çöktü yine, masamın üzerinde kirik bir biblo ve ben varız sadece..

Nazım şöyle betimliyor en güzel şiirlerinden birinde yalnızlığı:

Bir gece, bir limanda yalnız bir yelkenli 
Ve yıldızlar vardı

Bir gece, bir limanda
Bir yelkenli
Yapayalnızdı yıldızlarla

Böyle zamanlarda geçmiş geliyor aklıma, yaşadıklarım, pişmanlıklarım, kırgınlıklarım, sevinçlerim geliyor. En çok da üzdüğüm insanlar ve güldürdüğüm suratlar beliriyor hafıza gezintimde gözlerimin önüne..

Simdi olsa şöyle yapardım dediğim seçimleri düşünürken hiçbir zaman simdi olmayacağı geliyor aklıma.

Geçmişimin elinden tutup yüksek bir tepeye çıkıyorum; geleceği seyretmek için.. Çünkü geleceği düşünmek heyecan veriyor bana.

Biraz duygu doluyum, karma karışık yüzlerce duygu içinde dolaşıyorum bu gece. Dört yıldır içinde bulunduğum bir senedir de başkanlığını yaptığım Çankaya Üniversitesi Endüstri Mühendisliği kulübüne ve orada edindiğim arkadaşlarıma veda -gibi bir şey- ettim bu aksam. Emek ve sevgi verilip dostluk alınan bir pazar yeriydi EMK, hayallerimdeki; hayal eden, geliştiren ve çokça üreten topluluğu ortaya koyamasam da bu yolda azda olsa ilerleme kat ettik..

Neyse gelelim o meseleye? Evet bugün son sınavımıza da girdik, mezun olduk gayri resmi olarak. Sadece bitirme projesiyle ilgili sunum vs. kaldı.. Babam ben üniversiteye baslarken "insanın hayatı ikiye ayrılır; üniversiteden sonra ve üniversiteden önce" demişti, simdi o ayrımın tam ortasında kendimin, ülkemin ve dünyanın geleceği için bir adım atmam bekleniyor. 

Daha sonra tüm bunları hatırlamak için yazıyorum ben. Yazdıklarımın içinde ufak bir parça da olsa kendinden bir şeyler bulacağına inanıyorum..

Kimsenin seni görmediğini bildiğin zamanlarda bile iyi bir insan olmayı başarmak dileğiyle..

Mr. Zagoncu

23 Mayıs 2015 Cumartesi

Beyaz Bulut ve Güzel Güneş

Ben seni sevmek istedim..
Hemde hiç tanımadan. Ancak sen birini tanımadan sevmek istemenin ne olduğunu biliyor muydun?

Dün dağlarda dolaştım evde yoktun..
Kendini bilmez insanlardan kaçıp sana geldim, aslında sen değildi geldiğim; sadece bendeki sendin.

Beyaz bulutun peşinde bir korsan gemisi
Tayfasının hepsi Allahın delisi

Güneşin batmakta olduğu bir akşam üstü yol alıyorlar
Hedeflerinde beyaz bir bulut
Hava kararınca tüm bulutlar uykuya dalıyorlar

Huysuz bir adam taşıyor bu gemi
Pruvası öpüşüyor en hırçın dalgalarla
Sisler bulvarından izler taşıyor bu adam
Simsiyah bir pelerin
Ve gecenin tüm karanlığı omuzlarında

Güzel güneş doğar, beyaz bulut uyanır
Huysuz adamın kimliğini yalnız kaptan tanır
Kırk yaşı aşkın bu gemi, içinde ümit taşır

Ben seni sevmek istedim, sana şiirler yazmak değil seninle şiir gibi yaşamak istedim.

Zagoncu




20 Mayıs 2015 Çarşamba

Gündüz Yazısı

Genelde gündüz vakti yazmam yazılarımı, karanlıkla beraber gelir ve sıralanıverir kelimeler zihnimde. Ancak şuan alışılagelmişimin dışına çıkıp neredeyse sabah diyeceğimiz bir vakitte yazıyorum. Uzun zaman oldu, en son yirmi ikinci isim günümde paylaşmışım düşüncelerimi, o zamandan bu zamana neler mi geçti? Hayatımın en önemli dönemlerinden birini yaşadım, artık öğrenci değil 'mezun' olacak ve derslerle değil çalışmak, para kazanmak, kısıtlı vakitte uzaklaşma isteğini bastıracak hayaller kurup onları gerçekleştirmek için çabalamak ile uğraşacaktım. Bu düşünce bir türlü peşimi bırakmadı. On yüz bin baloncuk yutmadım belki ama o kadar alternatif gelecek hakkında düşündüm.

Yurt dışı yüksek lisans hayallerimi bir yıllığına kenara bırakmak zorunda kaldım, Odtü'de bir adet yüksek lisans dersini özel öğrenci olarak aldım ancak istediğim notla geçemeyeceğim sanırım.. İki defa aynı firmaya iş görüşmesine gittim, benim için muhteşem bir tecrübeydi. Arzu ettiğim ücreti vermeseler de (ki zaten henüz olumlu dönüş yapmadılar) piyasayı yavaştan anlamama yardımcı oldu bu görüşmeler..

10-13 Mayıs arası Italya - Roma'ya gittim, bu planıma en büyük katkı pegasustan bedava aldığım 1 uçak bileti ve yeşil pasaportumun olması oldu. Ne kadar düşük bütçeyle neler yaptığımı anlatsam şaşarsınız :) O kadar çok yürüdüm ki Roma'nın çok büyük bir şehir olmadığını yeterli enerjiniz varsa her yeri yürüyerek gezebileceğinizi söyleyebilirim. Ancak yalnız seyahat etmenin birtakım zorlukları var, uzun müze kuyruklarında beklemek neredeyse olanaksız (2-3 saat). Çünkü kimseyle konuşmadan o kadar süre güneşin altında beklemek delirmenize sebebiyet verebilir. Zaten ben o aşamayı geçtiğim için bana pek etki etmedi. Yeni insanlarla tanışma ve birileriyle konuşma isteğiniz yalnız seyahat ederken yükseleceği için medeni cesaretiniz oldukça artacaktır. Yanınızda kimse gelmiyorsa eğer "yol açık, yola çık" kimseyi beklemeyin.


15-17 Mayıs tarihlerinde ise Kastamonu-Azdavay'daydım. Motosiklet federasyonunda hakemlik yaptığımı zaten çoğunuz biliyorsunuz. Fırsat bu fırsat deyip, belki bir daha hiç yolumun düşmeyeceği yaylaları gördüm, muhteşem bir yer olan "Yanık Ali" konağında konakladım. Eko-turizm neymiş bir kez daha şahit oldum. Ülkemizin muhteşem güzellikleri ve oksijen dolu gökyüzü beni kendimden geçirdi..

Gelecekteki eşime mektuplar yazmaya başladım, henüz çok değil üç adet yazdım. Ona kendimden bahsettim, şuan ne düşündüğümden bahsettim, nerede olduğumdan ve onu tanımamama rağmen onun hakkındaki düşüncelerimden. Böyle şeyler yapan bir sürü insan var, gelecekteki çocuğuna her yaşı için doğum günü videosu çeken insanlar var, onlar bana ilham vermişlerdir kendilerine teşekkürü borç bilirim.

Ben de şiirler yazdım ancak hiçbiri Orhan Veli'ninkiler kadar güzel değil

Ne hoş, ey güzel Tanrım, ne hoş 
Mavilerde sefer etmek! 
Bir sahilden çözülüp gitmek 
Düşünceler gibi başıboş. 
Açsam rüzgara yelkenimi; 
Dolaşsam ben de deniz deniz 
Ve bir sabah vakti, kimsesiz 
Bir limanda bulsam kendimi. 
Bir limanda, büyük ve beyaz... 
Mercan adalarda bir liman.. 
Beyaz bulutların ardından 
Gelse altın ışıklı bir yaz. 
Doldursa içimi orada 
Baygın kokusu iğdelerin. 
Bilmese tadını kederin 
Bu her alemden uzak ada. 
Konsa rüya dolu köşkümün 
Çiçekli dalına serçeler. 
Renklerle çözülse geceler, 
Nar bahçelerinde geçse gün. 
Her gün aheste mavnaların 
Görsem açıktan geçişini 
Ve her akşam dizilişini 
Ufukta mermer adaların. 
Ne hoş. ey Tanrım, ne hoş, 
İller, göller, kıtalar aşmak. 
Ne hoş deniz deniz dolaşmak 
Düşünceler gibi başıboş. 
Versem kendimi bütün bütün 
Bir yelkenli olup engine; 
Kansam bir an güzelliğine 
Kuşlar gibi serseri ömrün.

9 Şubat 2015 Pazartesi

Yirmi İkinci İsim Günümde

Her yıl daha az yazıyorum.. Gün be gün taşa dönüyor duygularım ve kalbimin etrafına duvarlar örmek için dolup taşıyor tuğlalarım.

Zaman geçiyor ve yirmi ikinci isim günüme geliyorum. Bir yıl önce ablamın isim günü hediyesi olan evliliğini anlatmıştım. Onların mutluluğu bu yıl da benim için büyük bir hediye..

Üniversite son sınıf öğrencisi olmak sandığımdan daha zor oldu. İlk dönem projeler, koşuşturmalar ve başkanlığına layık görüldüğüm Endüstri Mühendisliği Kulübü faaliyetleri ile uğraşırken geçip gitti.. Nerede çalışacağım, ne iş yapacağım, kısacası ne halt yiyeceğim belli değilken etrafımda bulunan güzel insanların desteği beni hayatın karamsar tarafından mutlu tarafına doğru çekiştirdi durdu.

Artık daha az hatırlıyorum geçmişi, detayları hemen hemen hiç hatırlayamıyorum. Bu beni oldukça üzüyor, eskiden (lise ve orta okul yıllarımda) her olayı en ince detayına kadar hatırlar, hafızamın kuvvetli olmasıyla övünürdüm. Keser dönüp, sap dönerken sanırım keserin sivri kısmı hafızamın bir kısmını da alıp götürüyor gün ve gün keser dönmeye devam ediyor.

Man Kamyon ve Otobüs A.Ş de staj yaparken bir Ergin abim vardı, onunla hep havadan sudan konuşurduk, yazılı olmayan hayat tecrübelerini laf arasında bana aktarırdı. Ve staj dediğin asıl bu derdi. Keser ne kadar dönse de kesip atamadığı bazı sözler halen aklımda. Ergin abi bir gün muhabbet kızlardan açılmışken "Bak, sen akıllı bi adama benziyosun, gençsin, gez - dolaş - eğlen - ye - iç ama yolun sonuna geldiğinde kimsenin ahını alma. Erkek adam geçmişe döndüğünde ' yaşadım, hayatımdan gelenler geçenler oldu ancak kimsenin ahını almadım' diyebilmeli" demişti.

Bu sözler söylendiğinde 2014 yılının ağustos ayıydı. Beni oldukça etkileyen bu sözleri unutamadım. Çevremdeki herkes ile olan ilişkimde buna dikkat ettim.

Yirmi ikinci isim günüme kadar bana güzel anlar yaşatan, kendi yaşadığı güzel anları da benimle paylaşan herkese teşekkür ediyorum.

Hayatınıza her kim gelir misafir olur ve vakti geldiğinde yollarınız ayrılırsa onun 'ah' ını almamaya dikkat edin.

Not: Oldum olası haz etmedim şu mizah dergilerinden desem gerçekten yalan söylemiş olurum. İlk ve orta okul yıllarımda Laklak - Gırgır gibi seviyeli ancak sağlam temele oturan mizah dergilerini gücüm yettiğince alır arkadaşlarla güle güle okurduk. Lakin zaman geçti ve bizim aldığımız mizahi içerikli dergiler de tarih oldu.. Şuan piyasada dolaşan, tamamen olaylara tek bir açıdan bakarak, işine geleni yerip, işine gelmeyene en ufak bir gönderme yapma gereği duymayan, bel altından bir cm yukarı çıkmaya gayret göstermeyen dergilerden hiç haz etmiyorum. Lisede bu boşluğumu bir süre National Geographic okuyarak doldurmaya çalışsam da üniversitede Populer Science 'ın bazı sayıları harici dergi takip etmez olmuştum.

Notun notu: Geçtiğimiz aralık ayında 'Kafa' isminde bir dergi ile tanıştım. Edebi ancak asla sıkıcı olmayan içeriği ile kafa her ay başka yazarların konuk olduğu bana göre süper bir dergi.

Son söz:

Baharı yaz uğruna tükettik
Aşkı naz uğruna
Ve papatyaları seviyor sevmiyor uğruna
Derken ömrü tükettik
Bir hiç uğruna
Sezai Karakoç