31 Aralık 2010 Cuma

karmakarışık

bu gün insanların uydurmuş olduğu bir döngünün bir periyodunun daha biteceği - son - gün. metrodaydım kapı yine hafif tekleyerek açıldı ve indim, bedenim inmişti ancak ben zaten metroda değildim hiç. düş mü gerçek yoksa gerçek mi düş, düş gerçeklik ve oyuncaklar arasında yürüdüm eve kadar. yazmaya karar vermem gerçeği ve yazacağım düşü birleşip şimdiki gerçekmi düşmü olduğunu bilmediğim yazma anına dönüştü. ben hiç bir yılbaşına dışarıda girmedim, bu yüzden hayıflanmadım da. ve yılbaşlarında gördüm insanların gözlerinde olan heyecanı-değişimi- sanki diyebilirim iyi ki uydurmuş insanlar bunu çünkü severim ben heyecan görmeyi gözlerde.
değer verdiğim insanlar, değer vermek istediğim insanlar, değer vereceğim  insanlar var. ben çok söyleyemem bu sözü o yüzden bu konuda yorum yapmayın, birçoğunuz bu yazıyı okuyamayacaksınız ama bilin ki severim ben sizi.
karmakarışık filminin gece matinesine gitmek ve minicik çocukların herşeye gülüp birde tekrar etmelerini güzel filmle beraber dinleyip izlemek keyifliydi gerçekten. bir de sinema bedava olunca öğrencini yüzü güler tabi.
yeni yıl size hayellerinizi getirsin, bana da izmir kumrusu çünkü şuan açım ve canım izmir kumrusu çekti.

bu arada benden bugünkü mid-term e nanik nanik
gülücük.

28 Aralık 2010 Salı

tanımlama

dün akşam öyle bir akşamdı ki;
utanınca 'lalala' derdin dedi Tanem Türk isimli feysbuk profilinin sahibi. bunu yazınca kafamın içinde dolaşan fikirler yaklaşık olarak şunlardı;
- noluyo lan / hiçbir şey göründüğü gibi değildir / düşlüyorum o halde varım / herhalde çok yorgunum yanlış okuyorum / ne söyleyeceğim ben? / yeter zaten yorgunum kafa bulmayın leyn.
hayatta iki kişiye lalala demiştim ikiside beni terketmişti. o günden sonra lalala demedim ama hep terkedilmiş kaldım. evet dün benimle konuşan ya çok güzel bi kekledi beni yada gerçekten bahsi geçen şahıslardan biriydi. ama nedendir bilinmez acıttı. yorgunluğumun beynimin üzerinde çok fazla etkisi olduğunu ve derin düşünemediğimi dün anladım. yorgundum konuşamadım o da yok olmayı seçti. ben çıktım bir de mesaj atmış. sevgili blog okurum bu mesajıda seninle paylaşıyorum çünkü paylaşacak başka kimsem yok açıkcası, paylaşmam gereklimi bilmiyorum gereksiz belki de. düşlemediğim halde gerçek olan olgular var, yada düşlediğimi henüz keşfedemedim.

nokta kadar artık konumuz hatta z kullanmam bile hata konu olmalı bu aklına bile gelmedim ve şaşırmadım üzüldüm sadece ve merak ediorum halen seni mutlu olmayı hakediyosun çünkü ondan buldum ekledim cesaretim yok doruyu sölemeye terkettiğim kadar cesaretli değilim artık ve şunuda bil istiorum bedelini defalarca ödedim =( ve ödüorum ağır oldun.. neyse bu son yazmam zaten siliyorum seni dorusuda bu hiç giremediğim gibi başkası olarakda kalamadım sende çıkıyorum artık daha önce yaptığım gibi bulamıyacaksın kim olduğumu ama kimsenin günahını da almanı istemem yok say beni ben şimdi mutluyum seviorum sende sev hep mutlu ol başkası olmak yakışmadı bana birde nolursun çooook mutlu ol tamam mı hep ama hep gül Allaha emanetsin 

düşlemediğim halde düşüme giren adyende / 2010 Sinop

25 Aralık 2010 Cumartesi

*

yıldızsız bir gecenin en karanlık saatiydi. az ötemizde bulutsuz bir gündüzün en mavi zamanı yaşanıyordu. ben ise yıldızsız gecede yıldız, bulutsuz gündüzde bulutu görebiliyordum. ikisindede var olduğum ikisindede yok olduğum kadar hakikatli bir gerçekti. bu gerçeği anlayabilmek gerçeği iyi hiyel ustalarının bile hayalinde yer edemezdi. oysa yaşı küçük ve hiyel bilmeyen çocuğun gözlerinde görebileceğiniz ışıltı - bu gerçeğin - sonsuza uzanan hayalin berraklığıydı.
yılbaşından sonra yağacak ilk kar'ın gecesinde gerçeğe karıştıracağım düşün ufak bir parçası mıydı bunlar, yoksa geleceği hatırlayan hafızamın bir gölgesi mi?

19 Aralık 2010 Pazar

itiraf

evet ben rüzgar ile konuşuyorum. özellikle kışın muhabbetimize doyum olmaz. rüzgar bana masallar anlatır, çok uzaklardan getirdiği masalları fısıldar kulağıma. bazen adını bile bilmediğimiz ve asla bilemeyeceğimiz -adını son hatırlayanın çoktan unutulduğu- denizlerden yitik destanlar, bazen hiç insan eli değmemiş çok uzaklarda bulunan -uzaklığı bilinen hiçbir ölçü birimiyle ölçülemeyecek kadar- gözlerimizden uzak olan bir vadide ilk defa meyve vermiş bir limon ağacının dalında sallanan toprağa ilk düşücek ve akranlarına örnek teşkil edecek olan akılların idrak edemeyeceği sarılıktaki limonun sevinç çığlıklarını anlatır. bende boş durmam tabi, bozuk bir mızıkam vardıya hani -nota bilmeden çaldığım- işte onu çalarım bende, mızıkayı bırakıp sadece minik bir sır fısıldadığımda olur rüzgara. ve en büyük sırrı bozuk bir mızıkayla söylemişimdir rüzgara.
eğer yeterince isteyen bir çocuk olursanız rüzgarla konuşmayı, konuşacaktır sizinle de. çünkü rüzgar sadece çocuklarla konuşur. ve kim bilir belki bozuk bir mızıkadan çıkan sesler getirir sana.



18 Aralık 2010 Cumartesi

ihtiyaç

"oysa dünya binde bir de olsa yanılma payı bırakanlara aittir"

bu sözü konuşmak irdelemek istiyorum şu an birileriyle, doğru yada yanlış derinlerine inmek istiyorum. dünyanın bana ait olmasını veya dünyaya ait olmayı istediğimden değil. sadece merakımdan.

16 Aralık 2010 Perşembe

sen sen değil misin?

    Düşünüyorum öyleyse varım", "düşlüyorum öyleyse varım"a dönüşür. "Gerçek" nerede bitiyordur, "düş" nerede başlıyordur bilinmez. Hangisi hangisine göre gerçek, hangisine göre düştür? Gerçek düş'e, düş gerçeğe karışır, dönüşür.

düşün gerçeğe karıştığı bu günlerde şüpheye düştüğüm düşler ve gerçekler de karışmış durumda. neden insanlar fikir üretmiyor? ya da üretiyorlar da paylaşmıyorlar mı? ya da bende mi bir problem var? yağmur yağdığında neden etrafımdaki insanlar "said moralin mi bozuk" diyor? 

uzun zaman olmuştu birinden amaç duymayalı. insanlardan güzel amaçlar dinlemekten hep hoşlandım. uzun süredir duymayınca hiçbir amaç anlattım güzel bulduğum hayallerimi insanlara dinlediler.

yazılarım şu içeriğe uygundur.
mountain'in söylediği gibi benim yazılarımda anlattığım benim. yazılarımı okuyanların boş zamanlarını böyle önemsiz ve anlamsız şeylerle harcaması pek akıllıca sayılmaz. haydi hoşçakal.. 12 haziran 1588

15 Aralık 2010 Çarşamba

Köleler (2)

sevdamız aynı demiştim sana
ben hiç ayrı düşmedim fikrimden
çok düştüm çok acıdı ama
varmıydıki sevdasından vazgeçen

varmış biliyor musun
vazgeçmişler en sevdiğim dediklerinden
eğer onlar caymasaydılar
çoktan kurtarmıştım seni zincirlerinden

boş kalabalıklar görüyorum etrafta
yürüyorlar çok meşgul ama amaçsız
güneş kaybolup yürüyorken karanlıkta
seni götürmüşlerdi, amansız

ceviz ektim sen gidince toprağa
sertti senin de kabuğun korkardım bazen
silah değil sevgi doğrultunca sana
görünmez, derindi ama güzeldi gülümsemen

birkaç söz duydum bugün
birilerinin hayalinde varmış halen
güzel bir dünyada yaşamak değil
yaşadığımız dünyayı güzelleştirmek
bitkin vucuduma güç verdi sözün

zaman söyleyemem ama yapacağız
zorlukları beraber atlatacağız
teknemiz bulutarın üstünde gider
biz dalgaların sesini duyacağız.

ASP  // 04.12.2010 - Akşam

Köleler (1)

göremezsin denizi, maviyi
dalgaların sesi kulaklarında
prangalar nerden bilsin sevgiyi
seni sahibine bağlamakta

esasında ödemiştir pranga
seni bağlamanın cezasını
dövülürken ateş saçan ocakta

ama sen dururmusun mavisiz
hayalindir gök mavi, deniz mavi
özgürlük diye atar yüreğin
bu sevda hakikatten emsalsiz

ayarı bozuk mızıkadır çaldığım
ey sevdalım senin içindir
her gece uçsuz hayallere daldığım
demir soğuk, ama ondan kurtulacağım

haykırdın gözlerimin önünde
fakat sesini duymadı kimse
gözlerin anlatıyor derdin nice
biraz daha dayan sevdamız aynı

ASP  // 04.12.2010 - Sabah

14 Aralık 2010 Salı

düşünceler

"Ve sen danseden o karlara içinin şarkılarını çalarsın.. Bil ki gecenin beyazı içime dolar.. İçim huzur bulur.. Sen çok özelsin. Benim için olduğundan ziyade o Beyaz için de.." böyle yazmış ablam fecebook sayfamın duvarına. sanırım gece uyumadan önce kar yağarken çaldığım ve çalarken uyuyakaldığım bozuk mızıkamı dinlemiş yine. Dün güzel bir şeyler yaptım, hiç gitmediğim bir kafeye gidip - sonradan hoca'nın kafesi olduğunu öğreneceğim - o kafede bir güzel kupada çayımı içtim. ve bir dersanede sınav gözetmenliği yaptım 8. sınıflara. eve erken gelmememdenmidir bilinmez dünüm verimli geldi kendime, birazcık geç dönmeme rağmen eve yapabilmiştim ödevlerimin çoğunu. direk eve gelsem belki yapmazdım vakit bolluğundan. ve gelelim düşüncelere. düşünceler değişik anlamlar kazanarak, günden güne olgunlaşarak, bazıları günden güne kızışarak, dünyanın bin-bir hiyeliyle yontularak gelişiyor, değişiyor, çöküyor, oluşuyor bende. istiyorum işte seneye taşınacağımız yeni kampüse birşeyler kazımak, sonrada bakıp işte bu benim ürünümdü benim fikrimdi diyebilmek. aklıma geldikçe anlatıyorum hazırlıktaki arkadaşlarıma. dinliyorlar "güzel olurDU" "katılan olur herhalde" diyorlar, en hoşuna giden birileri varsada sadece gülümsüyor onlar da. belki yalnız kalabilirim yapmak istediğim şeyler içindde. belki üniversite yönetimi bile karşı çıkabilir. ama en azından üniversiteyi kazandığımda babam ve annemin sen burslusun ne harçlık istiyosun bizden :D şeklindeki nukteleri ortadan kalktı artık. 
büyüdük onlar bunun farkında, güveniyorlar da bize. ancak annem daha bi farkında "üniversite hayatlarıda geçicek bizim yanımızda ve hızlıca, daha sonra kendi işlerinin, eşlerinin, koşuşturmalarının peşine düşecekler. beraberken geçirebilme fırsatımız olan güzel vakitleri değerlendirmeliyiz" böyle düşünüyor. sanırım babam budan  kaçıyor. tam olarak emin olmamakla beraber böyle olabileceğini düşünüyorum. 
konuşmak istediğim biri var, henüz yeni konuşabilme fırsatı ve isteği oluşmasına rağmen bende, konuşamıyorum bir türlü. kafamda cümleler oluşamıyor, durakalıyorum. ve belki azcık daha mı zaman geçince konuşabilirim bilmiyorum.
düşüncelerim bunlardan ibaret değil biliyorsun. büyük düşüncelerin varsa beni de dahil et içine olur mu. büyük ve yürekli işler içerisinde olmak isterim.

12 Aralık 2010 Pazar

kızgınlıklar

babam. iyice aksi oldu be yaşlandıkça. aslında çokta yaşlı sayılmaz 44ünde henüz. (yazıya başlayalı zaman geçince yatıştım aslında yine de yazıcam :). eskiden ailecek birşeyler yapardık, babam dahil olmayınca ailecek olmuyor pek. ve babam pek dahil olmuyor artık bize. bizde yapmıyoruz bir şeyler. planı olmasa da gidecek arkadaşları var neredeyse her akşam işten eve geliyor yemeğini yiyor ve arkadaşlarına gidiyor. bizim bir şeyler yapalım dediğimizde de hiç vakti yok nedense? içten içe istediklerimizi yapıyor ama beraber vakit geçirmek bir aile olmanın getirdikleri arasında değil mi artık? daha bu hafta sonu ailecek gideceğimiz bir organizasyonu kendi kafasında iptal edip arkadaşlarıyla şehir dışına gitti. geldiğinde benden arabanın anahtarını aldı arabaya bi bakıyım dedi ve yine gitti. en azından elimde beraber geçirdiğimiz az da olsa anımız var.

*

O gece dolunay kasvetli bulutların arkasında kaybolsa da Galata semti karanlığa boğulmadı; çünkü her ne kadar taş binaların kapkara mahzenlerindeki çifte asma kilitli demir kasalar içinde olsalar bile, Venedik dukası, Macar zolotası ve filorinlerden ibaret yüz binlerce altından yayılan uğursuzz ve sapsarı nur, aç ve asla doymayacak gözleri aydınlatmaya, katı ve soğuk kalpleri ısıtmaya devam ediyordu.

Amat / 10. Sayfa

gökyüzü

kar yağınca gökyüüz ayrı bir renk alıyor, hele ki geceleri, severim ben o rengi.
lapa lapa kar yağdı, çocuklara yaradı, oyun olsada adı, karın başkadır tadı.
dün çıkamadım bisikletimle kar yetersizliğinden dolayı. beremi bulabilirsem bugün çıkcam. ve güzel güzel fotoğraflar çekcem, tabi önce benzinci amcaya uğrayıp lastiklerimi şişirmem lazım (:

__________

kar yeterli gelmedi gözüme yine, yazmayacağım bu sefer gitcem diye öyle yazınca gidemiyorum. ve çekince resimleri koyarım.

11 Aralık 2010 Cumartesi

beyaz

en azından beyaz geldi. çok bekletmedi sanki bu sene beni. mutluyum be. birkaç fotoğarf çekeyim bugün dışarı çıkıp, bakalım gönlümce birşey yakalayabilecekmiyim :) dengesiz biriyim sanırım. ve ruh halim çok çabuk mu değişiyor yoksa kızgınlıklarımı hemen unuttuğumdanmıdır. aslında değildir unutmak, kar yağıyor örtüyor üstünü karanlıkların, örterim hemen üstünü kızgınlıklarımın. bazen de sadece susarak. o değil de geldi benim mevsimim tekrardan - merhaba -.

10 Aralık 2010 Cuma

nehiryeli'ni seyrettiğim akşam

yazıyorum çünkü sıkıldım. 9 gün tembelleşen bedenim bir hafta boyunca denedi alışmayı dinlemeye, öğrenmeye, çalışmaya. iyi oldu çooook çalışmayı sevmedim ama çalışmayı sevdim hep (yani hep denilebilir). yeni birşeylere başlamak fikrinin zihnimde şekillendiği günlerdeyim bu sıralar.gelecek günlerde paylaşacağım belki. ama bugün yağmur yağdı. iyiki de yağdı. okuldaki danışman hocamız -murat hoca- birşeyler anlattı bugün, evliliğinin gelişim sürecini ve üniversitede 5 yıl beraber olduğu insanın onu nasıl alldattığını. şaşırmadım ki. evlerinin eşyalarını bile almaya başlamışmış murat hoca halbuki, kendi aralarında nişanlılarmış birde. murat hocanın kız arkadaşını önerdiği işe kabul edilen kız öğrencisiyle birlikte olmayı tercih etmiş. ama şaşırmadım, sınıftan dilay kendinden birşeyler buldu bu hikayede, yüzünün derinliklerinde gördüm bulmuştu birşeyler, o da aldatılmış belliki uzun bir süre beraber olduğu biri tarafından. benim yorumum var. yazamıyorum sözcük bulamıyorum bulunca yazarım belki. ve kar yağacak yakında, daha önce hiç gitmediğim küçük bir kafeye tek başıma gideceğim, cam kenarındaki masaya oturup bir çay isteyeceğim. dışardan geçen insanları, yağan karı izleyeceğim. karşımdaki boş sandalyede oturan hayallerime gülümsemeyi de ihmal etmeyeceğim. 
nehiryeli benim balığım.

9 Aralık 2010 Perşembe

uyku kaçtı, mızıka çaldı

uzun zamandır heyecanlandırmadı hiçbir şey beni. sadece üzüldüm insanların durumlarına, düşüncelerine, bir köşeye sinmiş gözlerine. ama bu aralar bi heyecandır aldı gidiyor. musluğu açsam barajı, göğe baksam denizi görüyorum. ne kadar uzun zamandır heyecanlanmıyorsam artık unutmuşum heyecandan dikkatim dağıldığını. dağılmıyor bu sefer.  aslında kaçmak istiyor beynimin aptal yanı. kaçmayacağım. ve uyku kaçacak, kaçtı nedenine gelince facebookta bir mesaj okudum bu. mızıka çalsın istedim o yüzden çaldı, ancak sabahın bu saatinde 4duvar arası kısılmışken mızıkamın sesinden rahatsız olabilecek insanlar var diye çalmadım. ama çaldı. şimdi fena mı olurdu hava serin diye üzerime aldığım bir battaniyeyle yüksekte bir tepeden doğu ya bakmak? odamın camından seyretmek yerine güneşi. ve inanıyorum olurdu güzel her doğan güneşin yokki bir daha eşi.

8 Aralık 2010 Çarşamba

beyaz düşler

-
kar mı yağacak? yağsın. hava soğusun. güneş çeksin bir süre elini eteğini üzerimden. üşüyüm. pencereden karın yağışını izleyip sonsuz düşlerimde yol alayıım. soğukta daha güzel düşünebiliyorum, seviyorum soğuk havada bir kenara çekilip bir kitaba, bir dünyaya adım atmayı. bozuk mızıkam çıkarır mı yine bozuk sesler? bilmiyorum. camın başına gitmeden yine düşüneceğim camın dışında olanları, belki yine dayanamayacağım. en fazla dalabileceğim dersi çalışıp en fazla sürükleyen kitabı okumaya çalışacağım. istemiyorum ki ben kar yağınca burada olmak. hayatımda sadece bir defa yapabildim babamla kardan adam. buna da şükür. ancak isterdim olmak şöyle çok ağaç arasında beyaz olmuş heryer, belki küçük bir göl, belki ahşaptan bir ev küçük gölün kenarında küçücük ama sıcak. ve avcılar tarafından vurulmuş, kaçan tüm hayvanlar kaçıp o göl evine gelse. baksam onlara, yaralarını sarsam, beraber kızsak avcılara. çalsam onlara da mızıka. belki kapatırlar kulaklarını ayak(cık)larıyla (:

ASP / 08.12.2010 - Akşam ve nedenini bilmediğim için yazdığıım kelimeler