9 Şubat 2016 Salı

Yirmi Üçüncü İsim Günümde

Son bir kaç yıldır buna benzer başlıklar altında yazıyorum isim günlerimde. Yeni bir yaşı, hem sevinçler hem de hüzünler, hem de heyecan ile karşılıyorum.

Ankara'da soğuk bir gün. Kar'ın tadını pekte hissedemediğimiz bir kış geçirdik. Her yer kar olsun da, gri şehir beyazlara bürünsün, şiirler okuyalım ve belki de okullar tatil olsun istedik.

İstesekte istemesekte günler geçti, anılarımız hafızamızın bir köşesinde, benim gibi az hatırlayabilenler için de hafızamızın en derinlerinde zamanı gelince hatırlar ve paylaşırız diye biriktiler. Anılarımız bizleri biz yapmak için biriktiler.

Kime güvenip, kime sinirleneceğimizi, neye sevinip, neyden nefret edeceğimizi kalıplaştırmak, kalıpları da zamanı geldiğinde yıkmak, bunu yapacak güzel insanlarla tanışmak için biriktirdik anılarımızı.

Bizler küçükken yavaş yavaş büyümemizi izleyen ailemizin, çevremizin: onlar yaşlanırken yavaş yavaş olgunlaşmamız sırasında , onları daha iyi anlayalım ve "vay be hayat" diyebilelim diye biriktirdik anılarımızı.

Sadece anılar değil zaman içinde biriktirdiklerimiz. Korkular, sevgiler, hırslar..

Eşyalar da biriktirdik biz. Kurumuş yapraktan tutun da, eski bir fotoğrafa, belki de canlı bir ağaca yükledik anlamlarını zaman geçerken hayatlarımıza dokunanların.
__
Kitaplar, onlar ki benim arkadaşlarımdır. Çok keyifli yolculuklara çıkarmışlardır beni, hayallerimin ötesinde yerlere götürmüş, bana beni sorgulatmışlardır.

Defterler, onlar ki benim dostumdur. Lise yıllarında tanıştığım dostlarım. Hani öyle günlük günlük değil ama "anlık" her ihtiyacım olduğunda çıkıp gelen, yazdıkça beni dinleyen, yazdıkça bana kendimi öğrenmemi sağlayan dostlarım.

Yirmi üçüncü isim yılımda yeni bir işim, planlarım, hayallerim, bunları paylaşacak ailem ve arkadaşlarım var. Bunu bilmek beni çok şanslı hissettiriyor.

Hayatın ne getireceği belli olmayacakken ve aynı zamanda zamanın durmasını engelleyemeyecekken, bunu bilerek yaşamak çok heyecan verici geliyor bana. Evet evet "YAŞAMAK ÖLDÜRÜR" ama buna rağmen yaşamak ne delice bir şeydir..

"Herkes kendi tarzında şizofrendir."
Ingman Bergman

1 Şubat 2016 Pazartesi

İş Hayatı Hakkında

İhsan Oktay Anar - Galîz Kahramanları (Sayfa 41-42)

"Rahmetli dayısı da bir vakitler aynı fabrikada çalıştığından, işin iç yüzünü biliyordu! Çünkü müteveffâ dayısı, raya girmeden önce bizzat kendi atölyesinde günde altı saat çalışır ve evini geçindirirdi. Ama iflas ettikten sonra bu hanımın babasına ait fabrikaya amele olarak girmiş ve adamla bizzat konuşmuştu! Zerdüştün dediğine bakılırsa dayısı, fabrika sahibine, "Ben altı saat çalışıp imalat yapınca insan gibi yaşıyordum. O yüzden senin fabrikanda da altı saat çalışıp insan gibi yaşama niyetindeyim" deyince hayırsever fabrikatör bunu bir şartla kabul etmiş ve dayıya "Elbette! Altı saat çalıştıktan sonra ücretini tamamıyla alır ve evine gidersin; ama sen gittikten sonra bir altı saat 'bedava çalışacak birini' bulursan!" demişti. İşte! Bedava çalışan kişiye ancak köle denirdi. Dolayısıyla günde on iki saat çalışan dayı, ilk altı saat hür, ikinci altı saat köle olmuştu. Hatta ve hatta, iki asır evvelki kölelerini yedirip içirip giydiren köle sahipleri daha da insaflı sayılırlardı. Şimdikiler tasarruf için bunu da yapmıyorlar, Git altı saat yemen içmen giyinmen için çalış, sonra gel fabrikama ve bana altı saat boyunca kölelik et!" diyorlardı. Kısacası kadim efendilerin köleler üzerinde mülkiyet, şimdimdikilerin ise zilyetlik hakkı vardı. İşte! Allahu Teala'ya teslim olup da günde beş vakit salaha ve felaha davet edilen hür insanların, her öğlen saat bir'de fabrika düdüğü öter ötmez patronlara kölelik etmeye başlamaları galiba dine pek sığmazdı. Zaten her dini bütün kişi "abdullah" yani "Allah'ın kölesi" değil miydi? Herhangi bir "abdullah"ın bir kölesi, yani bir "abdulabdullah"ı varsa, köle sahibi bizzat kendisini şirk koşmuş olmayacak mıydı? "Şirket" işte buydu! Ama fabrika adama babasından miras kalmamıştı..

Ben bu yazıyı henüz okulda öğrenciyken yine blog sayfamda alıntı olarak paylaşmıştım. Ancak bu kadar anlamlı gelmemişti :)

Seninle Yürümek

Seninle yürümek diye bir şey var onu sordum kendime nedir diye. Çok soru sormak küçüklükten gelen bir alışkanlık bende.

"Gökyüzüne şatolar kurmak onları yerde inşa etmekten çok daha eğlencelidir". Bir ömür önce bu sözü bir yazardan duymuştum. İşte seninle yürümek gökyüzüne şatolar kurmaktır. Seninle yürümek Turgut Uyar okurken uzaklara, hayallere dalmaktır.

Altını çizdiğim kitapları arıyordum bir gece
Gökyüzünde yıldızlar arasında geziniyordum
Altını çizdiğim kelimeler galaksisine yol alıyordum
Kelimeler yüreğime dokunduğunda
Buluyordum ellerini

Dün dağlarda dolaştım evde yoktum
Seninle yürümek, dağlarda dolaşmak biraz
Derin kanyonlarda dolaşmak, uzak denizlere açılmak gibi
Hep şiir değil belki ama birazcık şişenin dibi