11 Aralık 2016 Pazar

İmgeden İlgiler

İlgileriniz imgeden midir bayım?
Lütfen doğruyu söyleyiniz
Cevabınız kısık ateşte mercimek çorbası
Ve bu her şeyi değiştirecek bakın
Hava sisli günlerdir, korkularım yakın

Kırmızıyı çok sevdiğimi biliyorsunuz
Konuşmalarınız kırmızı mıdır bayım?
Pembe kapakları kimin için biriktiriyorsunuz?
Öldürenler ne için öldürüyor
Yaşayanlar ne için yaşıyor

Tüm soruların cevaplarının sizde olduğunu düşünüyorum
Lütfen doğruyu söyleyiniz
İnsan ne ile yaşıyor bayım, siz ne ile yaşıyorsunuz?

Maksadım canınızı sıkmak değil
Gözlerime bakarsanız bunu anlayacaksınız
Gözlerime bir defa bakarsanız..

Sevgilerin içine şiir katmalı demiştiniz ama ben
Fazlasını bile yaptım bayım
Nefret ile çırpıyor, kin ile pişiriyorum şiirlerimi
Belki kokusundan anlaşılmaz şiirlerim
Lütfen tadına bakınız bayım

Hava sisli, anlıyorum ki korkuyorsunuz
Ben de korkuyorum ama belli edemem, hayır!
Ayıp olduğundan değil, sevindirmemek için
Farklı coğrafyalarda kendime güldürmemek için
Her şey onun için

İlgileriniz imgeden midir bayım?
Lütfen doğruyu söyleyiniz
Umutlar insanı var ediyor
Coğrafyam farklı kimse bilmiyor
Çünkü annem 26 yıldır coğrafya öğretiyor!
______________________________________

          Kendi yazdığım değil de daha güzel yazılmış olan ile bitireyim:

          Gönlümün kuşları değil kırları var
          O kırlarda açan çiçekler değil
          Çatlayan atlar var
          Atları seviyorum çünkü onlar
          Coğrafi bilgimi pekiştiriyorlar
             Itibar, 47, Abdüssamed Bilgili

26 Kasım 2016 Cumartesi

Anlamadıklarımdan

etrafında surlar var köpük taşlarından
sesler duyuyorum hava karanlık ve soğuk
bakışlarımı kaçıramam köşe başlarından
düşlerim dikdörtgen değil hafif konik

Nasıl aşıyor insanlar insanların etrafındaki surları? Yalanlar mı yaklaşmanın en güzel yolu kalelere, yoksa doğruları kuşanmış bir ordu mu daha kolay aşacak duvarları?

Huysuz bir adamın günlüğünde duygusuzluğun doruklarına ulaşmış insanlardan bahsediliyordu.Sokak lambalarından daha sessiz olan bitenleri izleyen insanlar, artık hissedemeyen, gece dahi karanlıkta kalıp, karanlık bırakmayı tercih eden insanlar. Onlardan bazılarını "nasırlı kalpler" diye adlandırdı huysuz bir adam.

Ütopyalar ne zaman kendine çeker insanı? İnsan ne zaman ütopyalara çekilir?

Nasırlı kalpler diyordun, çoğu zaman en büyük yalan ve en küçük doğrulara karşı savaşmış, içerilerinde yanan o son ufak ateşi korumak için dizerler taşları, üst üste, yan yana ve tekrar üst üste. Artık ne ışık görünüyordur ne de kale, tek görünen büyük bir taş.

Nasırlı kalpler diyordu huysuz bir adam "karşılaşınca onlar 'aşk' arayan ile, zaman gerek bir taşın ötesine geçmeye".

Sabır yok artık, beklemek imkansız, tayfa huzursuz, günler oldu karayı görmeyeli. Her doğan güneş eritiyor buza dönen umutları ve gece cömert değil bu günlerde, yetmiyor soğuğu kurtarmaya eriyen buzu.

Huysuz bir adamın günlüğünü okuyorum, mürekkep karası kelimeler altlarında gizliyor ümidi. Çünkü huysuz bir adam gizlemiş umudunu ve örmüş taşları üzerine, kimse ondan bir daha çalamasın diye.


Eksik olan şimdi tamam, mümkün artık aşk yaşaman.

6 Kasım 2016 Pazar

Huysuz bir adamın günlüğünü okuyordum (deneme)

Tarih sayfalarında unutulmamış, ancak kimsenin de asla hatırlayamayacağı bir gündü. Unutmak ile hatırlamamak arasındaki çizgi kadar ince ince işlenmiş ahşap pruvası kendine bakan gözleri uzun süre meşgul etmesiyle ünlüydü. Kaptan kamarasında bir adam iskele tarafına kurulmuş kitaplığın önünde, genişçe omuzları ve nasırlı ellerini masaya uzatmış, aklındaki binlerce düşünce ile kırışmış alnın altında çatık kaşları büyük bir haritaya bakıyordu. Ayaklarının altındaki tahtaların her kıvrımını ezbere bilen bu adam, geçmişini, anılarını, hüzünlerini, yaralarını, hayallerini ve düşlerini en azgın denizlerde bile hayatta kalmayı başarmış bu gemi ile bütünleştirmiş olacak ki gemi kendi adını taşıyordu.

Birden doğruldu, gözlerini kıstı, kapıya doğru yöneldi. Ahşap kapı gıcırtı ile açıldı, başını hafifçe eğerek kapıdan geçti, ana güverte ve kıç kasarada bir sessizlik peydah oldu. Günlerdir beklemekten biraz sıkılmış fayfa aynı anda doğruldu, gözler köprüye dikildi. Kaptan tek bir kelimeyi sert ve gür bir ses ile haykırdı. Avara! Herkes ne yapması gerektiğini biliyordu, o saniyeden sonra gereksiz hiç bir şey konuşulmadı. Çapa alındı, ana yelken açıldı, Dümencisi yanına geldi, ağır adımlarla baş kasaraya doğru yürüdüler. Rüzgarın bu ahşap yığınını ilk hareket ettirmesiyle beraber kafa açtılar. Kaptan ince ince işlenmiş pruvaya baktı, rüzgar karşıdan esiyordu. Hiç kimsenin asla hatırlayamayacağı bir gün, zihninde hatırlayamadıklarının getirdiği hüzün ile başlamıştı.


Huysuz bir adamın günlüğünü okuyordum. Okudukça kayboluyordum. Hiç dünya denizinde kaybolan bir gemi hayal ettiniz mi?Hiç bu gemide olduğunuzu hayal ettiniz mi? Bir gemi olduğunuzu hiç hayal ettiniz mi? Bulunamayan yerleri bulmak için önce kaybolmak gerekirdi.

4 Kasım 2016 Cuma

Azıcık ucundan yazsam..

Lecco
Edit: Bu sefer biraz uzun oldu, umarım sıkılmadan okursunuz. Arka plana müzik isterseniz lütfen buraya tıklayınız.

Selam kendim ve yazılarımı okuyan bir-kaç kişi. 

1 ayı geçti ben geleli Milano'ya. Şimdiki duygularımı kaybetmeden bir şeyler yazayım istedim. İlk izlenimim büyüleyiciydi. Çünkü insan bir yeri gezmeye gittiğinde oradan beklentisi de varsa her şey harika görünür. Ama insan bir şehirde sadece gezmiyor ve o şehirde yaşıyorsa zaman ile o büyü kayboluyor olabilir. Genelde kaybolur.

Ben buraya geldim geleli gidip gördüğüm yerleri birazcık anlatmaya çalışacağım. Sonra "yediğin içtiğin gezdiğin yerler senin olsun, bize okuldan bahset" kısmına geçeceğim. 

Lecco
Lecco, Milan'ın kuzeyinde küçük bir şehir. Ters V şeklinde olan Como gölünün sağ ayağına kurulmuş muhteşem bir yer. Milan'dan tren ile yaklaşık 40dk sürüyor ve tren ücreti tek yön 5€. Hafta sonu insanlar bisikletleriyle trene atlıyor ve bu küçük, muhteşem göl şehrinde bisiklet sürüp doğanın keyfini çıkarıyorlar. 

Ben gezerken şehirde küçük bir pazar - panayır gibi bir olay vardı. Geleneksel peynir - zeytin vb. ürünler satılıyordu ama satın almadım. 

Como
Buradan feribot ile (12€) Como şehrine gidilebiliyor. Neredeyse 5 saat Lecco da zaman geçirdik, öğlen yemeği olarak lazanya yedim. Ancak makarna yiyen arkadaşlarım daha çok beğendiler. Dondurması gayet güzeldi, ama asıl güzel olan muhteşem göl manzarasında aynı zamanda göl kenearından yürüyerek dondurma yemenin keyfiydi. Akşam 5 gibi yine tren ile Lecco dan ayrıldım ve Milan'a döndüm.

Como
Como İse göle ismini veren asıl şehir. Lecco'dan daha büyük. Yine Milan merkez tren istasyonundan tek yön 5€ verilerek 40-45 dakika süren bir yolculuk ile ulaşılıyor. Gölün ortasında "life electric" isimli bir heykel var, ve bu heykel Alessandro Volta'ya hitaben yapılmış. Kendisi bir Como'lu ve batarya nın mucidi :) 

Şehrin en güzel olayı çook eski bir feniküler ile tepeye çıkıyorsun. Ücreti yanlış hatırlamıyorsam 5€ gidiş-dönüş. Tepede gerçekten muhteşem bir manzara var. Çok zengin ailelere ait olduğunu tahmin ettiğimiz, daracık sokaklar içerisinde dik bir eğime yerleştirilmiş güzel ve lüks yapıların içerisinden geçiyorsunuz. Bu manzara eşliğinde fenikülerin hemen yanındaki kafede margaritha yemenin bedeli ise 8€.

 İlk iki haftamı böyle minik göl gezileri ve bisiklet hayalleri ile geçirdim. Dersler başladı ve sınıfların kalabalıklığı ile ilgili şikayetlerim de aynı zamanda vuku buldular. Çünkü aldığım üç dersin sınıf mevcutları 200 - 170 ve 500. Türkiye'de alışık olmadığım bir sistem. Hiçbir dersimde vize sınavı yok. Sadece final sınavı var. 2 dersimde ayrıca sözlü sınav var. Yazılı sınavı geçmek pek bir şey ifade etmiyor. Ekim - Ocak aylarının tamamında işlenen konulardan sorumlusun ve hepsini çok iyi bilmen gerekiyor. Benim ezberim kötü ne yapacağım derken Ekim'in üçüncü haftasında da Floransa'ya gitmeye karar verdim. Otobüs biletini bir hafta önceden alırsanız gidiş geliş 19€.

Floransa - Duomo Yanı
 Bu şehre hayran olmamak mümkün değil, her tarafında bir sanat eseri var. Şehrin sokakları insan dolu ve hemen her yere yürüyebiliyorsunuz. Şehirlerin en büyük kilisesine Duomo adı veriliyor. Buranın da Duomo su oldukça güzeldi, ve gezmesi ücretsiz. Milano'dakine 2€, Como dakine 5€ vermek zorundasınız. 

River Arno
Şehrin ortasından Arno Nehri geçmekte. Oldukça güzel bir nehir, yaz aylarında insanların yüzdüğü söylenir, ama ben kısmen soğuk bir zamanda gittiğimden dolayı böyle bir manzara ile karşılaşmadım. Şehirde nehri süsleyen çok güzel ve eski bir köprü var ismi Ponte Vecchio, Şehrin bir çok yeri pahalı ve hemen hemen tüm müzeleri ücretli. Bu yüzden öğrenci olmamın avantajını bile kullanamadım. Eğer mimarlık veya güzel sanatlar öğrencisi iseniz bu müzelerin hemen hemen hepsine ücretsiz girebiliyorsunuz. Ancak başka bir bölüm öğrencisi iseniz giremiyorsunuz. İtalya'da bir gariplik daha..

 Bu şehirde bayıldığım yer Piazzale Michelangelo oldu. Şehri tepeden gören bir yer, kolaylıkla yürüyerek gelinebilir, insanlar gün batımını izlemeye geliyorlar. Oldukça keyif verici bu eyleme ben de dahil oldum. Ancak ikinci bir olaydır ki gün sadece batarken değil doğarken de muhteşemdir. Bu sebeptendir sabah erkenden kalkıp gün doğumunu izlemeye gelen bir kaç kişi ile beraber bu tepenin sakinliğinin keyfini çıkarmış olmam. 
 Aslında hiç planda olmayan bir şekilde 7 kişiye ek olarak bir yolculuğa dahil oldum. Sağdaki fotoğraf Milano Centrale tren garında kiraladığımız Ducato ile 29 Ekim tarihinde çekilmiştir. Sonrasında neler mi oldu dersiniz? Roma'ya sürdük. Gece Roma'ya ulaştık. Ben geçtiğimiz sene bu şehri ziyaret etmiştim. Italya'ya ilk gelişim de böyle olmuştu. Gerçi o zamanlar genç ve enerjiktim. Akşam 7 gibi Roma'ya ulaştık ancak akşam oldu diye boş durmadık ve şehri gezmeye başladık.
 En büyük kararlarımız Ducato'yu nereye park edelim konusuydu. Ancak park olayını da çözdük ve gece Pantheon, Aşk Çeşmesi, İspanyol Merdivenleri derken iyice yorulduk. Ve dinlenmek üzere otele geldiğimizde kalemimi kaldıracak dermanım kalmamıştı. 

Sabah güne erken başlayıp gece göremediğimiz yerleri gezmeye başladık, öğlen çok otantik bir yerde yemek yedik ve yolumuza devam ettik. Bir sonraki durağımız Napoli.


Napoli hakkında yazılanlar hiç iyi değildi. Napoli'ye girerken çılgın bir trafik ile karşılaştık, kimse kural dinlemiyor ve beyinlerini kullanmadan araçlarını kullanıyorlardı. How to survive in NAPES (NAPHOLIQUES) ? Böyle bir yazı görürseniz şaşırmayın. Çok bilmişler için, az bilmiş birinden gelen bir yazı olabilir.


Gece şehrin ara sokaklarına kendimizi biraz tedirgin olarak attık, ama bir süre sonra tedirginliğimiz ortadan kalktı ve keyifle gezmeye başladık. En güzel pizza Napoli'de yenir dedikleri kadar varmış. İncecik hamuruyla pizza yapan bir yerde oturduk. Çok güzeldi
Pompei
Sabah erken kalkmak gerekir, yol almak için.
Rotamız Pompei, hani şu filmleri çekilen, efsaneler konu olan, dinlerde hikayeleri anlatılan şehir. Benim için tam anlamıyla hayal kırıklığıydı. Girişe kişi başı 12,5€ ödedik, şehri gezmemiz yaklaşık 2 saat sürdü. Şehrin iki çok önemli olayı var. Birincisi şehir planı, gerçekten MS. 79 yılında yok olan bir şehir için yeterince lüks, gelişmiş ve takdire şayan bir şehir planı gözlemledim. Sokaklar, caddeler, meydanlar, evlerin yapıları oldukça güzeldi. İkinci olay hikayesi, şehirde o kadar net bu hikayelerin yansımasını göremiyorsunuz (veya biz rehber eşliğinde gezmediğimiz için ben öyle hissettim) ancak 1500 yıl gömülü kalan ve sonra tekrar yavaş yavaş açığa çıkarılmaya başlayan bu şehirde ölen insanların küller altında kalan bedenlerini göstermenin yolu 1900lü yıllarda yapılan kazılar zamanında bulunuyor. Küllerin içinde yok olan bedenler birer boşluğa dönüşüyor. Bu boşluk özel bir yöntem ile boşluğun içerisine alçı enjekte edilerek boşluğun şeklinin çıkarılması şeklinde gerçekleştiriliyor. Bu oldukça etkileyici. Sağdaki resimde Pompei'den bir meydan ve arkada yanardağı görebilirsiniz. Ancak Efes kaba tabirle buraya on basar. 
Amalfi
 Pompei'de hızlıca McDonald's dan bir şeyler yedik ve ani bir plan değişikliği ile daha da güneye Amalfi'ye gitmeye karar verdik. Yol yaklaşık iki saat sürdü, yok çok dar, çok virajlı ve acayip sıkıcıydı. Ve burada araç kullanmak beni feci şekilde yordu. Ama sonunda ulaştığımız yer muhteşemdi. Bu küçük kıyı şehri bize Ekim ayının son günü denize girme imkanı sundu. Gerçi deniz çok soğuk, ben çok yorgun ve güneş ile vedalaşmak üzereydik. Sadece bir kaç dakika bu zevke nail oldum.

Amalfi - Duomo

Amalfi gerçekten minicik bir şehir, kaç insan yaşıyor bilmiyorum ama bir kaç caddeden ibaret, ancak Duomo'su oldukça güzel görünüyor. 
Bir şehrin Duomo'su ne kadar güzel görünüyorsa o şehir o kadar zengindir, ben böyle anladım.
Napoli - Ovo Kalesi




Napoli - Kıyı Şeridi











Az laf çok fotoğraflı bir yazı olsun istedim. O yüzden Amalfi'den Napoli'ye dönerken yollarda neler çektiğimi anlatmayacağım. Ve o gece yediğim muhteşem 4 peynirli pizzanın da tarifini vermeyeceğim. 

Güle güle diyerek Amalfi'de uğurladığımız güneşe Napoli'de bir kez daha merhaba dedik. Bugün son günümüz, yola çıkmamız lazım, ancak görebildiğimiz kadar yer görmek istiyoruz. Sabah erkenden otelden ayrılıp şehre indik. İlk durağımız Ovo kalesi oldu. Burayı tercih etmemizin nedeni çok merkezi olması, otoparka yakın olması, sahil şeridinde olması ve girişinin ücretsiz olmasıydı :) Kale oldukça güzel, 1600 yıllık ancak bir çok yeri sonradan revize görmüş. Kalenin içerisinde evler var ve girilmesi yasak, kapalı alanlar. Kalenin surlarından denize doğru bakıldığında alt taraflarda eski revize görmemiş asıl kale taşları görünmekte, üst taraflar yıllar içerisinde değiştirilmiş, denizden kaleye vuran dalgaların sesi bana Sinop hapishanesini hatırlattı. Ömrünün bir kısmını Sinop'ta hücrede, dalgaların sesini duyarak ve nemli havayı soluyarak geçirenler geldi aklıma. Sebahattin Ali geldi, Nazım Hikmet geldi, Mustafa Suphi geldi ve gözlerim doldu. Ancak bunu kimselere söyleyemem. Aramızda kalır diye buraya yazıyorum.
Siena Meydanı
Duygusal bir yükselmenin ardından dönüş yolunda geçiyoruz. İstikamet Milan, ancak 800km yol döneceğiz ve bir yere uğramazsak olmaz. Evet orası Siena. Sadece bir kaç saat geçirmemize rağmen bu şehre hayran kaldım. Palio denilen geleneksel at yarışlarının yapıldığı en meşhur şehir burası. Çok zengin bir şehir, çok seki bir şehir planı ve şehrin ortasında kocaman bir meydanı var. Duomosu gördüğüm en güzel yapılardan bir tanesi. Gothic tarzda bir mimariye sahip. Yapılar gothic leştikçe benim onlara olan ilgim, ve onların geceye olan uyumu artıyor. Burada da  öyle oldu. 
Genelde yalnız geziyorum, ilk defa bu kadar kalabalık bir grupla gezdim. Ve 8 kişi ne kadar eğlenebilirsek o kadar keyifli vakit geçirdim..
Ders başlamadan 40dk önce gelip yer tutan insanlar

Benden haberler bu kadar, hep güzel şeyleri dışa vurmak, kötü şeyleri çöpe atmak felsefesiyle ilerlemeye çalışıyorum. Gurbet ellerde bana destek olan, halimi hatrımı soran herkese çok teşekkür ederim. 

Özlemek değil, hayatı paylaşamamak aklımı uçuran..

19 Eylül 2016 Pazartesi

Yaprak Çıtırtıları

Ne zaman eylül gelse sonbaharın muhteşem güzelliği belirirdi gözlerinin içinde. Aşık olacak gibi olur, kalbi gözlerinde atar ve bir eylül akşamında yaprak çıtırtılarıyla yürürdü.

Bir Eylül ayında tanıdıklarını, unuttuklarını hatırlar, kırmızıya dönen yapraklardan yolda toplar kitaplarının arasına koyar ve unuturdu.
_____________

Az önce bir arkadaşım aradı "napıyorsun?" dedi ve ben "çalışıyorum abi sen napıyosun?" dedim. "Yuh lan perşembe günü gitmiyor musun? Sendeki de ne çalışma aşkıymış, yoksa cimrilikmi :/ neyse sen hesabını yapmışsındır" dedi ve kapattı.

_____________

Belki eskisi kadar sık yazmaya başlarım blog yazılarımı. Kafamdaki planlar işlerse belki biraz gezi yazısı falan da paylaşırım sizinle.

Ve-hasıl-kelam ben şuan işyerindeyim, son iş günüm. Tamı tamına 241 gündür çalışyorum, şimdiye kadar en uzun çalıştığım, iyisiyle kötüsüyle iş hayatıyla, iş arkadaşlarımla tanıştığım, sayesinde hiç gitmediğim yerlere gidip, hiç yemediğim yemekleri yediğim iş yerimde son günüm.

Perşembe günü gidiyorum, hazırlıklarım neredeyse tamam, Alemde bir şeklimiz olmasa da yaşamda bir duruşumuz var diyerek mütevazilik koridorunda yürüyen benden çok bir beklentiniz olmamasını rica ederim.

(NOT: Şuan bu yazıyı yazarken iş yerinden arkadaşlarım (Ebru, Semra Abla, Ebru Abla, Sevinç, Sevda, Yeşim Abla, Fatih, Mustafa Abi) bana süpriz yaparak güle güle git pastası almışlar ve 3 mumu olan bu pastayı 3 dilek tutarak üfledim. Beni çok mutlu ettiler, güzel hatırlanmak, güzel hatırlamak kadar mutluluk verici. Onlara da çok teşekkür ediyorum)


2 sene sonra veya 10 sene sonra ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim yok, ancak asla ümitsiz değilim, aksine çok heyecanlı ve zımba gibi hissettiğimi söyleyebilirim. Yeni maceralar her zaman beni heyecanlandırır, yeni yol şarkıları da her zaman beni dinlendirir (tıklayınız).

Güzel bakan güzel görür, güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır. 

18 Temmuz 2016 Pazartesi

Neler yaşadık be ah minnoş kalplim

Benim hafızam bir kaç yıldır zayıf. Bilen bilir önce yalnız kalmamak için başladım yazmaya, daha sonra yazı kendimi öğretti bana. İlerde vay be ne yaşamışım deyip hatırlamak için de yazdım, bazen buraya hiç yazmayıp aylar boyu tembellik yaptım. Ve gün geldi yazmasam duramayacaktım!

En son yirmi üçüncü isim günümde bir şeyler anlattım sana. Bu yüzden aradaki zamanı hızlıca özet geçiyorum:

-Lojistik sektöründe girdiğim işten çok memnunum, aile gibi bir şirkette çalışıyorum 6 ay oldu.

-Odtü de başladığım yüksek lisansta sözel ders diye aldığım ders bölümün en baba derslerinden çıktı (endüstriciler bakınız*). Ama nasıl olduğunu bilemiyorum finalde yardırdığım için CB ile geçmeyi başardım, gururum okşandı sevindim.

-Düzenli olarak çalışmak bana zor geldi, işte geçirdiğiniz o uzun zamandan zevk alabileceğiniz bir şeyler muhakkak gerekiyor. Aynı zamanda iş dışında geçirdiğiniz zamanı da o kadar dolu yaşamalısnız ki rutin düzen içerisinde günler su gibi akıp geçerken arkanıza baktığınızda "anaaa geçti gitti zaman" değil de "anaaa ne çabuk geçti gitti zaman ama bir sürü şey sığdırdım o zamana" diyebilesiniz.

-İşten ayrılıyorum arkadaş. İtalya'da Politecnico Di Milano isminde bir üniversiteye kabul aldım. Henüz bursum yok ama DSU bursu isminde italyan hükümetinin verdiği bütçemi acayip rahatlatacak bir burs var.  Ve bursa var şimdiye kadar başvuran hemen hemen tüm Türk öğrencilere çıktığı söyleniyor. Ümitlerim bu yönde, varsa bi duanızı alırım.

ASIL MESELE:

Arkadaş 15 Temmuz'da hepiniz gibi bizde çok uzun bir gece yaşadık. Ben bu olayları -ki halen etkisi çok yoğun devam ediyor- kendi çapımda değerlendirmek istiyorum. Ama baştan uyarayım, siyasetiniz benden uzak dursun, hayalleriniz fikirleriniz varsa yanaşın göğe bakalım ve zamansızca konuşalım.


Evim MİT'e yakındır üzerimizde alçak uçan helikopter, MİTe açılan ateş ve gelen silah sesleri ile kafamızda deli sorular evin içinde dolaşmaya başladık. Televizyonda köprülerin jandarma tarafından kapatıldığını öğrendiğimizde annem "oğlum darbe oluyor galiba" dedi. Evet annem ayıkmıştı. Hepimizde beyin var tabi ama böyle şeyler söz konusu olunca sinaptik boşluklarımızda daha bir hareketlenme oluyor ve saniyede binlerce düşünce kafamızda dolaşmaya başlıyor.

En büyük korkum silahlı bir gücün mecliste bulunması ve bunun getireceği etki ile ülkemiz için alın teri döken insanların, ülkem için kurduğum hayallerin, ablamın doğmamış çocuğunun ve bu ülkenin milyonlarca gencinin geleceğinin kararacağını düşünmemdi. 30 yıl geriye gitmek istemiyordum ve bunun için ne yapabileceksem bunu yapmaya hazırdım.

Bir sürü olay yaşadık, ilk defa bir jetin ses sınırını geçmesiyle oluşan sesi duyduk, ilk defa ağır makineli ile helikoptere atış yapıldığında çıkan sesi, bir bombanın düşüş gürültüsünü duyduk, ilk defa ateş açıldığında ortaya çıkan ışık hüzmesini gözlerimizle gördük.

Ve o gece öldük, sırtımızı dayadığımız - ülkemizi emanet ettiğimiz komutanlar polise ateş emri verdiler, en kritik kamu binalarını ele geçirmek için harekete geçtiler, en en kötüsü bazı insan olmayan askerler sivil halkın üzerine ateş açtılar, sivilleri öldürdüler, masumlara kıydılar, çocukları öksüz bıraktılar.

Darbe için bu kadar az sayıda asker ile basit bir şeyi kapsayadak plan yapıldığını kesinlikle düşünmüyorum. Çünkü kuvvet komutanları ortada yok arkadaş! Darbeciler kendi arasında mı bölündü, darbe önceden fark mı edildi, birileri sonradan vaz mı geçti, halkın meydan inmesi herşeyi değiştirdi mi, kanunsuz emri uygulayanlar cinnet mi geçirdi bilmiyorum. Kim kimdi neciydi bilmiyorum, ama bu milletin halkına silah sıkılmaz kardeşim!

Bu yaşanan olayların gezi ile bağdaştırılmasını da doğru bulmuyorum. Gezi de meydanlarda olanların yarısı tayyip düşmanı, çeyreği provakatör geri kalan çeyreği tertemiz duygularıyla sokağa çıkan insanlardı. Gezi de otobüsler yakıldı, kamu malına zarar verildi, kaldırımlar söküldü, polis taşlandı ve kısa vadede tertemiz düşünce kısa sürede ülkenin feci şekilde zararına olacak bir yöne kaydırıldı. Onlarca insan öldü, ali ismail öldü, küçücük yüreğiyle berkin öldü, bunu yapan bir kaç kalpsiz ve insaniyetten çıkmış polis memuruydu. Bunu unutmayacağız ama bu başka o başka arkadaş farkına var!

Halkın meydanlara çıkmasını doğru buluyorum. Zira cumhurbaşkanı ile herhangi bir duygusal bağım yok, hükümet partisi ve diğer partilerle de aynı şekilde. Devlet'in ne demek olduğunu bilen, devleti el üstünde tutan, demokrasinin arkasında sonuna kadar duran bir insanım. Eğer televizyon yayınları dursaydı dahi sokağa çıkıp tankların önünde askerlere "yapmayın" demek için kendimi hazırlamıştım, 30 yıl geriye gitmek ile ilgili yaptığım bir seçimdi bu.

Ha sonuca gelirsek, sonuç olarak ne oldu bilmiyorum, bugün WikiLeaks birden ilgisini ülkemize çevirdi ve belgeler yayınlayacağını söyledi, gerçi henüz yayınlamadı. Kuvvet komutanları ve genel kurmay başkanı uzun süredir ortada yoktu o kısmı çözemedim. helikopterlerin taradığı yerlerin bazılarını gözümle gördüm bazılarının tekrar tekrar videolarını izledim zamanları değerlendirdim işin içinden çıkamadım bir mantığa oturtamadım. Sağdan soldan yalan ve doğru aldığımız tüm bilgileri ve medyanın yansıttıklarını üst üste koydum hiçbir şey oluşturamadım. Cnn RTE ye ulaşan kanaldı ve o gecenin gözde kanalıydı resmen show yaptılar, kanalı basmaya toplam 5 asker geldi o kısmı anlamadım. O kadar general yakalanırken ağızlarından gık sesi çıkmadı hiçbiri inkar etmedi ve hiçbir şey de söylemedi ve ben de hiçbişey anlamadım. Askeriyenin içinde bu kadar dindar -adı geçen örgüte üye- adam olduğunu hiç sanmıyorum o kısımdan hiçbişey anlamadım. Ununu elemiş eleğini asmış çok yüksek rütbelilerin ülke bu kadar güçlüyken siyasi olarak kaygan bir zemin oluşmadan ne ayak ki çoluklarını çocuklarını bu duruma düşürecek ve halka ateş açacak kararlar vermeyi göze aldılar o kısmı anlamadım. Biz bu ülkede kendi topumuzu, tankımızı ve helikopterimizi üretmeye başladık ama CBSarayının etrafında sarayı korumak için askeri ve teknolojik mühimmat değil de belediyenin harfiyat kamyonları duruyor bunu anlamadım. Olaylar ne kadar karışık ki korkudan etimesgut zırhlı birliğindeki tüm tankların akü kabloları söküldü, anahtarları, benzin pompaları ve diğer tüm kritik parçaları farklı fiziksel yer ve farklı yetkililere emanet edildi ve bu 3 gün geçtikten sonra alınmaya devam eden bir önlem ve ben bundan da hiçbişey anlamıyorum. HDP buradan kendine pay çıkartmadı ve ülkemizde o kadar canlı bomba ve terörist var ona rağmen bu karışıklıktan faydalanıp bir terör olayı olduğunu duymadık, ben terörist olsam kesinlikle bu kargaşadan faydalanırdım burada bişeyler yanlış ve bunu anlamadım.

O KADAR İNSAN ÖLDÜ HALEN GÜLÜP EĞLENEN MEHTER MARŞI ÇALARAK SOKAKLARDA DOLAŞAN İNSANLARI DA ANLAMADIM. SEN BU ÜLKE İÇİN, BU DÜNYA İÇİN EN UFAK BİR KATKIDA BULUNDUN MU? KİMSEYİ ÖTEKİLEŞTİRMEDEN ÖNYARGISIZ KUCAK AÇTIN MI? YOLA TÜKÜRENE TÜKÜRME, ÇÖP ATANA ATMA DEDİN Mİ? ÇALIŞTIĞIN İŞTE GÖREVİNİ EN İYİ YAPMAK İÇİN ÇABA SARF ETTİN Mİ? ŞİMDİ MEHTER MARŞINI AÇ VE KORNA ÇALARAK UZAKLAŞ. BEN ANLAMIYORUM.


Lafı çok uzatmaya niyetim yok, ben basit bir insanım ama bu yaşanan olayları ne tek bir kişiye ne tek bir örgüte ne tek bir devlete yükleyecek kadar aptal değilim. Neyin ne olduğu hiç belli değil ve bundan sonra ne olacak bilmiyorum. Dediğim gibi ben basit bir insanım darbe uzmanı değilim, siyaset uzmanı hiç değilim ancak biliyorum ki;
Sahipsiz vatanın batması haktır, sen sahip çıkarsan bu vatan batmayacaktır**
Vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır***

Uzunca süredir gündem ile ilgili bir şeyler yazmamıştım. Yazıyı tekrar okuyup editlemem doğru olur ancak ilk yazdığım gibi bırakmak istiyorum. Ve ben 22 Eylül'de gidiyorum:) iyi bir eğitim alacağım, bir dil daha öğreneceğim, yeni insanlar ve yeni kültürler tanıyacağım. Bir fidan gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine yaşamamız için her nefesimi heyecan ile almaya devam edeceğim.

*Obj= minimize 0  / böyle amaç fonksiyonu mu olur allasen.
**Mehmet Akif Ersoy
***Mustafa Kemal Atatürk

22.17 - 18Temmuz16
Ankara

9 Şubat 2016 Salı

Yirmi Üçüncü İsim Günümde

Son bir kaç yıldır buna benzer başlıklar altında yazıyorum isim günlerimde. Yeni bir yaşı, hem sevinçler hem de hüzünler, hem de heyecan ile karşılıyorum.

Ankara'da soğuk bir gün. Kar'ın tadını pekte hissedemediğimiz bir kış geçirdik. Her yer kar olsun da, gri şehir beyazlara bürünsün, şiirler okuyalım ve belki de okullar tatil olsun istedik.

İstesekte istemesekte günler geçti, anılarımız hafızamızın bir köşesinde, benim gibi az hatırlayabilenler için de hafızamızın en derinlerinde zamanı gelince hatırlar ve paylaşırız diye biriktiler. Anılarımız bizleri biz yapmak için biriktiler.

Kime güvenip, kime sinirleneceğimizi, neye sevinip, neyden nefret edeceğimizi kalıplaştırmak, kalıpları da zamanı geldiğinde yıkmak, bunu yapacak güzel insanlarla tanışmak için biriktirdik anılarımızı.

Bizler küçükken yavaş yavaş büyümemizi izleyen ailemizin, çevremizin: onlar yaşlanırken yavaş yavaş olgunlaşmamız sırasında , onları daha iyi anlayalım ve "vay be hayat" diyebilelim diye biriktirdik anılarımızı.

Sadece anılar değil zaman içinde biriktirdiklerimiz. Korkular, sevgiler, hırslar..

Eşyalar da biriktirdik biz. Kurumuş yapraktan tutun da, eski bir fotoğrafa, belki de canlı bir ağaca yükledik anlamlarını zaman geçerken hayatlarımıza dokunanların.
__
Kitaplar, onlar ki benim arkadaşlarımdır. Çok keyifli yolculuklara çıkarmışlardır beni, hayallerimin ötesinde yerlere götürmüş, bana beni sorgulatmışlardır.

Defterler, onlar ki benim dostumdur. Lise yıllarında tanıştığım dostlarım. Hani öyle günlük günlük değil ama "anlık" her ihtiyacım olduğunda çıkıp gelen, yazdıkça beni dinleyen, yazdıkça bana kendimi öğrenmemi sağlayan dostlarım.

Yirmi üçüncü isim yılımda yeni bir işim, planlarım, hayallerim, bunları paylaşacak ailem ve arkadaşlarım var. Bunu bilmek beni çok şanslı hissettiriyor.

Hayatın ne getireceği belli olmayacakken ve aynı zamanda zamanın durmasını engelleyemeyecekken, bunu bilerek yaşamak çok heyecan verici geliyor bana. Evet evet "YAŞAMAK ÖLDÜRÜR" ama buna rağmen yaşamak ne delice bir şeydir..

"Herkes kendi tarzında şizofrendir."
Ingman Bergman

1 Şubat 2016 Pazartesi

İş Hayatı Hakkında

İhsan Oktay Anar - Galîz Kahramanları (Sayfa 41-42)

"Rahmetli dayısı da bir vakitler aynı fabrikada çalıştığından, işin iç yüzünü biliyordu! Çünkü müteveffâ dayısı, raya girmeden önce bizzat kendi atölyesinde günde altı saat çalışır ve evini geçindirirdi. Ama iflas ettikten sonra bu hanımın babasına ait fabrikaya amele olarak girmiş ve adamla bizzat konuşmuştu! Zerdüştün dediğine bakılırsa dayısı, fabrika sahibine, "Ben altı saat çalışıp imalat yapınca insan gibi yaşıyordum. O yüzden senin fabrikanda da altı saat çalışıp insan gibi yaşama niyetindeyim" deyince hayırsever fabrikatör bunu bir şartla kabul etmiş ve dayıya "Elbette! Altı saat çalıştıktan sonra ücretini tamamıyla alır ve evine gidersin; ama sen gittikten sonra bir altı saat 'bedava çalışacak birini' bulursan!" demişti. İşte! Bedava çalışan kişiye ancak köle denirdi. Dolayısıyla günde on iki saat çalışan dayı, ilk altı saat hür, ikinci altı saat köle olmuştu. Hatta ve hatta, iki asır evvelki kölelerini yedirip içirip giydiren köle sahipleri daha da insaflı sayılırlardı. Şimdikiler tasarruf için bunu da yapmıyorlar, Git altı saat yemen içmen giyinmen için çalış, sonra gel fabrikama ve bana altı saat boyunca kölelik et!" diyorlardı. Kısacası kadim efendilerin köleler üzerinde mülkiyet, şimdimdikilerin ise zilyetlik hakkı vardı. İşte! Allahu Teala'ya teslim olup da günde beş vakit salaha ve felaha davet edilen hür insanların, her öğlen saat bir'de fabrika düdüğü öter ötmez patronlara kölelik etmeye başlamaları galiba dine pek sığmazdı. Zaten her dini bütün kişi "abdullah" yani "Allah'ın kölesi" değil miydi? Herhangi bir "abdullah"ın bir kölesi, yani bir "abdulabdullah"ı varsa, köle sahibi bizzat kendisini şirk koşmuş olmayacak mıydı? "Şirket" işte buydu! Ama fabrika adama babasından miras kalmamıştı..

Ben bu yazıyı henüz okulda öğrenciyken yine blog sayfamda alıntı olarak paylaşmıştım. Ancak bu kadar anlamlı gelmemişti :)

Seninle Yürümek

Seninle yürümek diye bir şey var onu sordum kendime nedir diye. Çok soru sormak küçüklükten gelen bir alışkanlık bende.

"Gökyüzüne şatolar kurmak onları yerde inşa etmekten çok daha eğlencelidir". Bir ömür önce bu sözü bir yazardan duymuştum. İşte seninle yürümek gökyüzüne şatolar kurmaktır. Seninle yürümek Turgut Uyar okurken uzaklara, hayallere dalmaktır.

Altını çizdiğim kitapları arıyordum bir gece
Gökyüzünde yıldızlar arasında geziniyordum
Altını çizdiğim kelimeler galaksisine yol alıyordum
Kelimeler yüreğime dokunduğunda
Buluyordum ellerini

Dün dağlarda dolaştım evde yoktum
Seninle yürümek, dağlarda dolaşmak biraz
Derin kanyonlarda dolaşmak, uzak denizlere açılmak gibi
Hep şiir değil belki ama birazcık şişenin dibi


31 Ocak 2016 Pazar

Akıllı Hikayeler

İnsanoğlu dediğimiz sapiens türümüz kaba hesap iki yüz bin yıl önce Afrika civarlarında ortaya çıkmış ve günümüzde dünanın tüm kaynaklarını akıllı olarak kullanma yeteneğine sahip olmasına rağmen yaradılışı gereği yaptığı seçimler neticesinde akılsız kaynak kullanımına gitmiş türdür.

Aynı zamanda biz insanlar gökyüzünü incelememizin ardından gezegenler, güneş sistemi, evren, galaksi, uydu ve benzeri isimler vermeye başlamış ve anlamlandırmaya çalışmışız etrafımızdaki her bir şeyi.

Gezegenlerin artık isimleri de olduğuna göre geçen zamanı da anlamlandırmak isimlendirmek gerekmiş. İçinde yaşadığımız gezegenin o parlak cisim -güneş- etrafında bir tur atması hesaplanmış ve buna bir yıl denilmiş. Bunu da çeşitli parametrelerle on ikiye bölerek aylar, dünyanın kendi etrafında dönme hesabına ise gün denilmiş..

İşte bu sebepten mütevellit ben şuan şu cümleyi kurabiliyorum:

"Bu bu sene blog sayfama yazdığım ilk yazı, ve her ay en az bir yazı yazabileyim diye bu yazıyı da ayın son günü yazmak aklıma geldi"

Hikayemden sıkılmadığınızı düşünerek devam etmek istiyorum.

Evet ben iki hafta önce bir işe girdim. Geçtiğimiz iki haftam ise oldukça keyifli geçti. Bir lojistik firmasında çalışıyorum, yine kendi okulumdan bizim bölüm mezunlarından Seda'nın vesilesiyle bu işi buldum. Ona tekrar teşekkürlerimi sunuyorum. Aynı zamanda ODTÜ'de Endüstri Mühendisliği ylisans programına kabul aldım, iş ile beraber kısıtlı ders alabilecek olsam da buna da devam edeceğim. Bu aralar keyfim ve şansım yerinde gibi görünüyor.

Ah be insanoğlu 200 bin yıldır dünyadasın, ve kısıtlı ömründe bir şeyler yapmaya çalışıyorsun. Aklıma Erdal Demirkıran'ın bir sözü geliyor:

4,5 milyar yıllık dünyanın 100 yıllık zaman diliminde başkalarıyla beraber bir seferlik bir şans da bana verilmiş. Bu tekrarı mümkün olmayan zaman diliminde başkalarını tekrar edemem. Bu bana göre değil, seni de bilemem.