31 Aralık 2011 Cumartesi

her yeni yıl bizim için yepyeni bir ümit

rahatlıkla söyleyebilirim ki insan güzel görünce güzel düşünüyor ve güzel düşündükçe hayatından lezzet alıyor. bu davranış biçimi bir süre sonra artık senin bir parçan oluyor ve ister istemez güzel düşünüyor ve hayatın lezzetini görebilcek bir açıklık bulabiliyorsun.
bu blogu açalı ve gönderilerimi yazmaya başlayalı 1 seneyi geçmiş. bir sene içinde çok keyifli vakit geçirdiğim, çok gururlandığım, çok yorgun olduğum, çok şaşırdığım, çok korktuğum, çok dinamik olduğum, çok üzüldüğüm ve belki birkaç damla gözyaşı döktüğüm zamanlar oldu. ancak bunların yanında beni yalnız bırakmayan birsürü insan vardı ve onlar benim yanımdaydı. öyle çok cafcaflı sözler söyleyemem -aslında söylemem. hepinize çok teşekkür ediyorum.

dün ılgaz'a gittik. güzel bir gün geçirdik. sizde arada bir kaçamak yapıp değişik yerleri görmeye gidebiliyorsanız çok şanslısınız demektir.


son olarak yeni yılın sizi hayallerinizle buluşturmasını, en azından hayallerinize daha çok yaklaşmanızda bir aracılık görevi üstlenmesini diliyorum. 
mutlu yıllar güzel insanlar :)


20 Aralık 2011 Salı

from somewhere

you should be able to articulate your dreams in a new way, and thus bring them a little closer to realty.

these words came from a paper, and may be from a free hearth :)
if you know the meaning of wind and if you have a white base you can get this meaning.

büyük şair'in doğum günü...

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdımı,hatta boğarım!...
-Boğamazsın ki!
-Hiçolmazsa yanımdan kovarım.
Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördümmü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...
İrticanın şu sizin lehçede ma'nası bu mu?


Mehmet Akif Ersoy

18 Aralık 2011 Pazar

Bike

bu da bir pazar sabahı yazısı olsun.
gökyüzünde asılı bulutlar görünmez ipleriyle bir kukla gibi oynuyorlar. kuklacımız "rüzgar". gökyüzünün altında insanlar görmemek için direttikleri ipleriyle düzenin gerektirdiği gibi alışılagelmişliklere devam ederlerken, suyun akışının neresinde olduğunu sorguluyordur belki bazıları.
hayatım o kadar düzensizki hangi düzenin gerektirdiği düzensizliğe uyduğumu düşünmeden edemiyorum. hah birde hani önceki gönderilerimde paylaştığım ve hava attığım gitarım vardıya. bir buçuk aydır elime almadım. huzursuzum.

ve ben bi şarkı dinleyip dururum bu aralar. gülümsetirde hani.
youtube da bulamadığım için linki ekliyorum tıklarsan dinleyebilirsin.

9 Aralık 2011 Cuma

gece vakti anlamıştım olacakları, ay gümüş bir tepsi gibiydi gökyüzünde. gökyüzü yıldızlara ev sahipliği yapıyordu sonsuz gücünde. önemli olan herşey gökyüzünün altında meydana gelmeliydi ve gökyüzü dün hissettirdiğini bugün gönderdi.

ankara'ya öyle yakışırdı ki kar.

sırça bir kümeste bulursan kendini, ve yıldırımlar aydınlatıyorsa senin şehirlerini, söndür artık mumlarını.

30 Kasım 2011 Çarşamba

eski ve yeni sevgililere;

eleklenmek.

koca bir elekdi dünya. gece gündüz sallanırdı. sallandıkca düşenler, onlar düştükçe gözlerden düşen damlalar da vardı. gökyüzünün rengi bakan göze göre değişir. bakan gözler göz göze gelince her şey susardı. dünya sallanır, gözler buluşur, küçülenler düşer, büyüyenler kalırdı. işte sen böyle bir dünyada elekten düşme. sarıl sevdiğine ve küçük olma. bu dünyada tek başına küçüksündür. iki kişi "bir" olmayı öğrenip büyürsün. ancak unutma dünya sallanır. sallandıkça aranız açılır. eh elek bu çünkü seni küçültmek ayıklamak ister. sen sımsıkı sarıl sevdiğine. izin verme ayrılmanıza, tek kalmanıza, düşmenize.
sallandıkça elek, gözlerin gitmesin başka gözlere. gezmesin etrafta bir arayış içinde. düşersin yoksa. herşeyden çok sendende çok o düşer. kendin için değil onun içinde sarıl ona. o da sana.
beraber büyüttüğünüz değerler o kadar güzel ve bembayaz olsun ki, artık elek sizden ümidi kessin.
gün gelsin iki kişilik bir eldiven örün. herkes diğerinin eli için örsün. eşit emek verin ki bitsin eldiven. yoksa bir taraf daha çok üşür.

ha diyeceksen peki ya sen? ve ben düşmemek için elekten. bir imge büyüttüm. sarıldım ona. açıp kollarımı koskoca gökyüzüne. ancak çokta sorma gerisini.
"boşlukta koştuğumu hissettiğim an düşerim".

27 Kasım 2011 Pazar

Özlemler..

bir liderlik zirvesi sonrası düşüncelerimi yazacağım.
bir hayal şehri istanbul'da, hayllerine ortak arayan 2300 kişi ile lütfü kırdar kongre merkezinde toplandık. bildiklerimizi hatırlayıp daha da pekiştirme imkanı bulduk, bilmediğimiz bir çok önemli düşünceyi çok önemli insanlardan dinledik.
"fikir üreten + hareket üreten = dünyayı değiştiren" 
"kendine ve dünyaya aç ve açık olmak"
ve istanbul.. hiçbir yerini gezemedim bu sefer. sadece görmeden de olur ya hani bazı şeyler, görmeden senden benden çok başarıya sahip olabilir ya insanlar. onları taklit etmeyi denedim, istanbulda, istanbulu görmeden, istanbulu hissetmeye çalıştım.
birkaç da fotoğraf paylaşayım sizinle, bu sefer bol fotoğraflı olsun gönderim.

dipnot: "sen bir düşün! hangi yolculuğun hangi düşün?" isimli yazımın altına yorum yapan arkadaşlar hediyelerini almak için "ahmetsaid@engineer.com" adresine iletişim bilgilerini gönderebilirler..



 selim ve kerim kardeşler, görme engelliler ve başardıkları şey muhteşem
daha fazla bilgi için. http://www.selimkerim.com/

 lütfü kırdar yanı olunca tanesi 83.3 kuruş.

 buğaz'ı hiç böyle görmüşmüydün.. :)




23 Kasım 2011 Çarşamba

isimsiz bir yayın

sıkışılmış kalmış biyerlerden sıkılmış kalmış bir jonglörün öyküsüdür.

bazıları içindeydi duvarların, bazıları sadece arasında. o da arasında olanlardandı belki hiç görülmemiş yükseklikleriyle hiç tarif edilemeyecek kalınlıktaki duvarların. duvarlar dedik ya işte içine çook insan alabilirdi duvarlar. onlar ki daha çokları gelsin isterlerdi duvarların içine, çünkü duvarların içinde hiç yalnız kalmazdın. peki ya diğer taraf? duvarların arası nasıl bir yerdir bilirmisiniz. duvarların arası demek; etrafında kocaman kocaman karanlıklar tarafından baskıya uğramak, içeri çekilmeye çalışmak, kaçmak, neden kaçtığını, neden kaçırdığını gözlerini anlatamamak, yalnız kalmakla eş değerdi. ve tüm bunlar bembeyaz yaşamaya tam anlamıyla değerdi :)

o kada alışırsınki belli bir zaman sonra. yalnızlık zor gelmemeye başlar. hatta katılacağın zirve başvurusuna bile "kendi omuzlarına tırman, başka nasıl yükselebilirsin ki" yazarsın. toplumcu gerçekçi yalnızlık da diyebilirsin buna. toplumun gerçeklerine kızmakta durumu özetler bazen.

herkesin bir ütopyası vardır. amaç her zaman o ütopyaya ulaşmak değildir bence. amaç ütopyanın varlığını korumak olmalı bazen. çünkü öyle bir zaman gelir ki; kurduğun hayallerin gerçekleşmesinden çok, kurduğun hayallerin halen orda olup olmadığını bilmeyi özlersin.

başı olmayan bir yazının sonu da olmaz hani. sen anlatırsan ben de dinlerim.

18 Kasım 2011 Cuma

sen bir düşün! hangi yolculuğun hangi düşün?

bir yıldız parlarken görmüşsündür muhakkak. seyretmiş olmalı insan; şehirden uzak bir yerde sahte ışıkların gözlere değmediği bir yerde, yıldızları. elbet düşünmüşsündür o an. bazen neyi düşündüğün olgusu öylesine net, bazense düşündüğünü bile unutturan bir manzara, hayal et! ve tabi rüzgar olmadan olur mu. esecek rüzgar daha öncekiler gibi senin de üzerine. öyle bir geçecekki senden, düşündüklerinden, tâ içinden, titreyeceksin. gözün yıldızları izleyecek.. tüm bunlar olurken işin romantikliğini bozmak isteyen munzur bir takıma mahsus bir grup turuncu renkli uzaylı o senin seyrettiğin ve yıldız diye isimlendirdiğin ışık tanelerinin bir tanesinin içinde minnacık kalan bir gezegende kocaman kulakları ve 130cm yi geçmeyen boylarıyla 123 yaşlarına gelmelerine rağmen oyun peşindedirler. çıktıkları onlar için kocaman bizim için orta büyüklükte sayılabilcek bir ranıç ağacına tırmanıp tâ çok uzaklardan senin onları izlediğin ve onlara minicik bir yanıp sönen yıldız gibi görünen samanyoluna daha da yakın olmayı planlamaktadırlar. çok açık mavi renkte olan yat  ismini verdikleri dört ayaklı canlılardan inip ağaca tırmanmaya başlarlar. bu sırada hani senin içini titreten rüzgar varya o da bu 7 tane turuncu tenli uzaylıcıkı korkutmak için kuvvetlice eser ve ağacı bir o tarafa bir butarafa minik uzaylılar tırmanırken onları sağa sola serpiştirmek suretiyle sallar.

daha sonra ne olur? hadi anlat bana. bilen olursa ödülü kaptı!

17 Kasım 2011 Perşembe

11 Kasım 2011 Cuma

bir kızgınlıktır sizinle paylaşacağım. takvimlerin 1den şaşmadığı günde yazacağım.

hadi ben buraya ara sıra yazıyorumda adama sorarlar "e çocuk o kadar gittin bi defter aldın, orayada yazıcaktın hani? neden iki aydır o deftere dokunulmuyor? ha." derler ve kızarlar.
halbuki ben elime alınca kalemi tüm yapraklar serilir önüme. bir çınardır özü yaprakların sonbaharın sonunda duran. yapraklardır gökyüzünün altında-yeryüzünün üstünde kuruyan. korkma artık boşluktada olsa yürümekten/koşmaktan. sen aldığın nefesten zevk almaya bak.

ha bu arada "bay zagoncu şunu oku iyidir" desene.

7 Kasım 2011 Pazartesi

i want to write something for Sarah. she is a good person and she has nice wiev of world. we met with her on an website and my first aim was to improve my english skills, but now i have a friend from a foreign cointry, and i can find almost everything -which are i expect from a friend- from her. i am glad to meet with you. and i hope you will have a good time in Turkey. and another friends from another countries, i know you want to read something written on english. i will try to do it when i get chenge. also i need all of you, because i am chatterbox and wanna to talk with you. see you again.

ister birileri karalanmasını birkaç kelimenin. ve ruh sığmaz taşar mürekkeb kabından..
bu aralar değişik şeyler yapıyorum, daha az düşünüyormuş gibi yapıyor, daha az önemsiyormuş gibi davranıyor, daha az ince bir ruhmuş gibi konuşuyorum. davranışlarımın çoğu birer deney gibi meydana geliyor. düşünüyor, uyguluyor, sonuçlarını gözlüyorum.

hah bazılarınıza anlattım hatta bazılarınıza birden fazla defa anlattım, benim okulum her gün 6buçukta biter, hemde akşam. hatta üç tane sınav olduk onlarda 6buçuktan sonraydı, hemde tekrar akşam. ve biz böyle okuyoruz arkadaş. çıkarım sınavdan saatler geç olmuştur ve benim gözler fıldır fıldır! neden acaba?.

bir yerlerde yüksek bir tepede yeşillikler kar'ın altında kalmakta. bu yerde gökyüzü mavi. ancak öyle bir mavi ki bu uzak diyarlardan gelenler mavinin bu tonunu bilmezler. anlamazlar zaten sadece rüzgarın anlattıklarını duyabilenler hayallerinde canlandırabilir bunu. kar alttan erimeye başlar, besler toprağı, arkadaşını. bu yerlerin soğuğu üşütmez seni. soğuk öyle bir soğuktur ki buz keser ellerin, hissetmezsin. soğuk öyle bir soğukturki mutluluk içinde yüreğin, üşümezsin. dalgalar yoktur artık, buz tutmuştur ağaçların dalgalanan dalları. gökyüzüne bakınca insan, anlarki lisan sahibi bulutlar. sana gösteriyor görmek istediklerini, özlenenin gözleri oluyor bazen, konuştuğundaysa senden öncekilerin özlemlerini anlatıyor, gösteriyor sana. ve zaten sen bunların hepsini rüzgardan dinlemiştin evvelden. devam et rüzgarı dinlemeye. kapat gözlerini izin ver, hele bir anlasın dost olduğunu gözlerinle görmekten vazgeçirecek seni.

A. Said Parlak / 7 Kasım 2011
Ankara / Türkiye

23 Ekim 2011 Pazar

vakti gelmiş birşeyler

en sevmediğim iştir veda etmek. hiç sevmedim ve sevmeyeceğim. vedalar, gitmeler, terketmeler, zorunluluktan dolayı bir nesneden, canlıdan veya değerden uzaklaşmalar tamamen ters benim doğama.

beş aydan biraz uzun süredir birlikteyiz, arkadaşın ismi sarven. inatçı bir keçidir aslında. eh hayatımdada önemli yeri vardır. dün son defa arşınladık yolları seninle. ilk önce kuzeye, oradan doğuya, daha sonra güneye ve batıya gittik. artık ellerimi iki yana açarak üzerinde durabiliyordum giderken, çünkü emindim artık senden ve kendimden. güzel bir veda turu oldu bence, yine o ağaçlarla dolu yoldan geçtik seninle. hani o benim kafam atınca hadi gidelim dediğim ve hiç ikiletmediğin yere. güzelce selamladık doğayı ve teşekkür ettik bu güzellikler için. ve şimdi sen gidiyorsun. belki gün gelir bir kez daha karşılaşırız.

bir okuyum dedimde, bayağı duygulu bir yazı olmuş, eh artık daha iyi bir sürücüyüm ve en geç bir seneye kadar başka bir motorsikletle karşınızda olacağım arkadaşlar.
ve bu şarkı huzurlu bir yolculuk yapmama bazende keyif içinde gözlerimi kapatmama neden olur.

17 Ekim 2011 Pazartesi

pastil havasında bir yazı

eh gün boyu kampüs içerisinde hasta hasta elimde çayla boynumda puşiyle zaman zamanda kafamda bereyle dolaştım durdum. ama her işte olduğu gibi bununda geçmişine inmek lazım;
11ekimsalı: mister zagoncu 7.47 de kalkar. çünkü o çift rakamla biten saatlerde kalkmayı sevmez. mesela kaltı saat 7.46 mı yatar içinden altmışa kadar sayar geri kalkar. herneyse. karar verir okula motorsikletle gidicek (okul ile ev arası 33km). hava kapalıdır, hafiften serindir, rüzgarlıdır. türlü türlü yol bilgisizliğiyle okula ulaşır ve aslında 32.6km olduğunu anlar. dönüş ise çok çetindir, hafif yağış altında, yerler yaş ve soğukla savaşarak eve döner -ki dönüş 35km dir.
13ekimperşembe: mister zagoncu sabah ne yaptı bilinmez, ben bile hatırlamıyorum. akşam iki ders için okula gider. okuldan döner.

14ekimcuma: mister zagoncu motorsiklet grubuyla bir hastanede lösemili çocuklar için toplanan yardımı iletmek için arkadaşlarına katılacaktır. sabahtan bass gitarıyla biraz zaman geçirir ve öğleden sonra keyifli bir yolculukla (giderken hafiften burnu felan akarak) organizasyonu gerçekleştirirler.

 
birde bu çocuğunn bazı arkadaşları var "abi ne zamandır sarvenle beraberiz bi fotoğraf çektiremedik" diyince kırmazlar onu.

dönüşteyse gözlerinin altı çökmüş burnunu çeke çeke "şifayı kapmış" denilen olayla bütünlenmiştir. o gün bu gündür bu çocuk hastadır. ilaç içmez. ancak dua ederseniz iyileşir belki.

birde hani birşey üzerine düşünürsün ve aklına takılan birşeyler olurya, hah işte bende ona kafayı takmış durumdayım benimle paylaşsana beraber düşünce üretiriz.

15 Ekim 2011 Cumartesi

yok etmeden var olmak

yok etmeden var olmak
işte deyişimiz. santarlistanbul 1910 yılında kurulmuş olan istanbulun elektrik santrali. şimdilerde enerji müzesi olarak görevini sürdürmekteve fırsatı olanlar için bir ocak 2012 tarihine kadar orada birşey var gidip görülmesi tavsiye edilir birşey o şey -çok şey bişey.

bir hapşırıkla başladığım paragraf bir diğer hapşırıkla devam ediyor. aa evet hasta oldum ve çok memnunum bu durumdan çünkü kış geliyor. aynı zamanda ilk vizelerde geliyor ama o ayrı bir yazı konusu olur sanırım. yaklaşık bir aydır hiç kitap okumadım. arkadaşımdan aldığım kitap -ki iki ay oldu- bile bitmedi henüz. yavuz ilk görüşmemizdek kitabını vereceğim.
 
kafası renkli olan insanlar duvarların arasından dışarı taşan renkleriyle beni selamlarlar. aklından bir sayı tutmalar meşurken şimdileri ben içinden bir hayal tut ve sarıl derim. tanımlaman önemli değil ki aslında birşeyi tanımalamak hiçte kolay birşey değildir.

bu arada; seninle karşılaşmak güzeldir marlis.

2 Ekim 2011 Pazar

tamam

tamam. sen; dünyanın acısını yaşamış, kalabalıkların arasında derdinin duvarını yaza yaza bitirememiş bir ruhsun. aynı ben ne güzel.
iyi de. sen; dünyanın şu karanlık yüzünü haykırmaktan cayıp, gökyüzünün maviliklerine sarılsan. bunu yapmadığında çirkin dünya üzerinde haykırdığın siyah lanetin aslında o tertemiz(!) bedenlerimizin taşıdığı tertemiz(!) ruhlarımızı düşün.
dünya öncelikleri hızla değişiyor. kısa bir süre sonra insanların daha fazla düşünmeye ihtiyacı olacak, ancak davranış seçimlerinin tahmin edilemez olması benim tercihimde üst sıralardadır.

gelecek dünyanın "güzel bir dünyada yaşamaktan ziyade içinde yaşadığı dünyayı güzelleştirmek" inancıyla dolmasını dilerdim.

en gelecek dünya, geçmişteki güzel masallarda gizlidir.


bu arada bu saate kadar uyumamış değilim, yazıyı yatağımdan kalkıp yazdım çünkü düşünceler uyutmuyordu. aferim bana.

30 Eylül 2011 Cuma

günler..

fundamental of physic ve calculus ile tanıştığım, hocaların anlattığı dersleri anlamadığım, saçlarımı az biraz uzattığım ve saçlarımın kıvrılıp gittiği günlerdeyim.

bu ayın son gönderisi bu. belkide derslerin arasında boğuşmaktan  sıkılıp kütüphanede yann tiersen dinlerken içime sığdıramadıklarımı sana yazıp, derslerden şikayet edesimden önceki son gönderi. belkide değil.

birşeyler oluyor ancak nedir ne değildir tam emin değilim, belkide kaç zamandır koruduğum büyümeme isteğimi terk ediyorumdur. belkide kaç zamandır konuşmadıklarımı kaybediyorumdur, yada daha birsürü şey.

23 Eylül 2011 Cuma

to want to share

nowadays, i have some foreign people who are waiting an english post from me. and i decide that i will try to write something on english when i find the time.
usually i dont watch american movies, i guess europan movies is better. but i just watched a movie which name is "the american history x". it wasnt so fluent but i like end of the movie;
We are not enemies, but friends. We must not be enemies. Though passion may have strained, it must not break our bonds of affection. The mystic chords of memory will swell when again touched, as surely they will be, by the better angels of our nature.
if you like this words, i guess you should watch it.
keep to follow me, Andrea, Sarah, Victoria, Damla.

19 Eylül 2011 Pazartesi

hissetmek

birkaç gündür havalar 'serin' denilebilcek kıvamda. soğuğun getirdiği hafif ürpertiyi özlemiş olan bedenim keyifle karşılıyor bu durumu. kim eylül akşamlarında yaprak çıtırtılarıyla yürüyor bilinmezinin yanı sıra imgeden öteye geçip geçmeyecek olanların düşünceleride gelir aklıma.


severim ben kışları, muhakkak tekrar edeceğim bunu. ve üşümek hissini neden sevdiğime gelince; üşüyünce gözlerimi kapatıp soğuğu doyasıya hissetmek isterim, onu anlamak, varoluşundaki sırları dinlemek isterim, sonra yeterince sıcak aynı zamanda yeterince soğuk kalmayı diler, dener yüreğim.

15 Eylül 2011 Perşembe

günler.

daha az kitap okuduğum,
daha çok müzikle uğraştığım,
daha fazla oyun oynadığım,
düzensiz beslendiğim günler.

biliyormusun; ben yazdıklarımı okuduğumda tuhaf oluyorum. bu sana anlatıp tarif edebileceğim birşey değil fakat senin anlayabileceğin birşey. sanki okumak için yazmamışım gibi hissediyorum, sadece anlatmak için yazmışım gibi.

tatilden döneli bir haftayı geçti. ilk defa ailem dışında birileriyle tatile gittim. çok çok eğlenmedim ama güzel keyifli vakit geçirdim.

 biz yürürüz yollar bitmez, yollar biter biz ölürüz.
 bir önceki geceyi hatırlamamamızla beraber keşfetmiş olduğumuz içeceğin tanıtımı;
şok'tan aldığınız tank ile bim'den aldığınız etkini 5 litrede karıştırın.
etkin: etki altına alır! / ateşle yaklaşmayınız.
 
bir günde olsa güzel vakit geçiren, sevgiyle kucak açtığımız sokakların gariban kedisi "sümüklü"
gerçekten akıllı bir kediydin seni unutmayacağız..
..

8 Eylül 2011 Perşembe

canım çekti.

ben bu sene şeftaliyi daha bir başka seviyorum, güzelce dilimleyi yiyorum. çok yesemde olur yemesemde.
bunu sana anlatmayı düşünürken aklıma şu geldi;
şeftali bey evde yok ben kayısıyım.

30 Ağustos 2011 Salı

mevsimler geçerken

birileri yazarsa uzun süredir ilk kez, benimde yazasım gelir tekrardan uzun sürede çokuncu kez.
bu aralar çok fazla düşünmeden yaşıyor, yeni oyuncağıma alışmaya çalışıyorum. hoş yani ben sevdim. yarın akşam arkadaşlarımla bir yola çıkıyorum, değişik bir deneyim olacak, ve bir gezi günlüğü oluşturmayı planlıyorum.

gökyüzü halen üzerimizde. endişe etmene gerek yok ;)
.

ha bu arada 22 ağustosta sanki kendilerini bileklerinden zincirlencekmiş gibi gösteren arkadaşlar, sesiniz çıkmadı, yanıldık diyemediniz. "bekleyip ne olup ne olmayacağını görüp eğer seni beni etkileyen birşey varsa beraber itiraz ederiz" dediğimde yaptığınız çığırtkanlıkları hatırlayın. söylediklerim halen geçerli, birşeylerin değişmesi lazım. ve sistem içerisinde çok fazla aksak çalışan çark var. ancak yapmak gerek söylemekten çok.

20 Ağustos 2011 Cumartesi

kırmızı balık söz alır;

şiir sevmeyen takipçim olurda ben kaçırmak istermiyim. istemem.
bugün yakın arkadaşlarımdan yiğitin doğum günü. gece arayıp "feysbukta benim doğum günüm ne olarak gözüküyor la" demese unutcaktım ha. velhasılkelam (bu kelimede nasıl bişeyse) doğum günün kutlu olsun hayatıma tüm pislikleri getiren çocuk.
dünde bir sınav açıklandı hani, eski arkadaşlarımdan kazananlar oldu vs. gidebilceğin yerin hayallerimiz kadar olduğunu düşünsemde her insanın sınırları olduğunu ancak bu sınırları zorlamaktan çoğu zaman zarar gelmeyeceğinide düşünmüyor değilim.
elime aldığım kitaplara doğru düzgün davranmıyor, yarım yamalak okuyorum, toptan bir küsüverseler ne yaparım. ve  uyku düzenide önemli.
bayramdan sonra bişey yapcam. burdada olcak.

11 Ağustos 2011 Perşembe

sanırım

kimse dokunmasın diye içimde çook uzaklara sakladığım duygularım,
yanaklarım tuz kokardı açıldığında göz kapaklarım.

-
belki bu bir liseli âşık ergen yazısı, belkide biraz fazlası.
ansak sevmiştim ben- o beni ki inanırdı aşka;
şimdi ise inanacak neyi kaldı(?)
yerdeki ve gökteki maviden başka.


kaybolmuş duyguları eşeleme girişimi 1

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Açların Gözbebekleri - Nazım Hikmet Ran

Değil birkaç
değil beş on
otuz milyon

bizim!

Onlar
bizim!
Biz
onların!
Dalgalar
denizin!
Deniz
dalgaların!

Değil birkaç
değil beş on
30.000.000
30.000.000!
Açlar dizilmiş açlar!
Ne erkek, ne kadın, ne oğlan, ne kız
sıska cılız
eğri büğrü dallarıyla
eğri büğrü ağaçlar!
Ne erkek, ne kadın, ne oğlan, ne kız
açlar dizilmiş açlar!

Bunlar!
Yürüyen parçaları
o kurak
toprakların!

Kimi
kemik
dizlerine vurarak
yuvarlak
bir karın
taşıyor!

Kimi
deri... deri!
Yalnız
yaşıyor
gözleri!
Uzaktan
simsiyah sivriliği
nokta nokta uzayıp damara batan
kocaman balı bir nalın çivisi gibi
deli gözbebekleri,
gözbebekleri!
Hele bunlar
hele bunlarda öyle bir ağrı var ki,
bunlar
öyle bakarlar ki!...
Ağrımız büyük!
büyük!
büyük!
Fakat
artık imanımıza inemez tokat!
Demirleşti bağrımız,
çünkü ağrımız
30.000.000
deli gözbebekleri!
Gözbebekleri!
Ey
beni
ağzı açık
dinleyen adam!
Belki arkamdan bana
bu kalbini
haykırana
"kaçık"
diyen adam!
Sen de eğer
ötekiler
gibi kazsan,
bir mana
koyamazsan
sözlerime
bak bari gözlerime;
bunlar:
Deli gözbebekleri!
Gözbebekleri!

7 Ağustos 2011 Pazar

peki ya ne ile biter?

-kuşlar nasıl havada kalabiliyor?
-yıldızlar neden parlak?
-ağzımızdan çıkan sesler nasıl birbaşkasının kulağına gidebiliyor?
-yağmur nereden geliyor?
-suyun içinde daha uzun süre nasıl kalırım?
-insan davranışlarının temelinde ne var?

keşifler aklını yeni olasılıklara açabilen insanlar tarafından tarih boyunca gerçekleştirildi. her bir olay bir diğerini tetikledi, gerçekleşen her şey bir diğerini değiştirdi geliştirdi durdurdu veya duraklattı. değişken sayısı arttıkça hesaplamaların boyutuda karmaşıklaştı.
dar bir kaldırımda yürüyorsun, kaldırım kenarına parketmiş otomobilin kaldırıma bakan tarafındaki kapısı açılıyor, bu senin üç saniyelik duraklamana neden oluyor, senin kontrolün dışında gerçekleşen bu olay seni bir önceki olay zincirinden üç saniye daha geriye aldı, bunun anlamı; eğer duraklamamış olsaydın yol kenarında seni görüp yola doğru kaçan kedi -hepimiz biraz satanistiz- yoldan geçen arabanın fren yapmasına neden olcaktı buda arabanın kendi içerisindeki zaman dilimini etkiliyor vs. birde bunu tüm enerji sahibi olan objelere yani evrendeki tüm değişkenler üzerinde var olan büyük bir denklem büyük, bir olay zinciri olarak düşünün; herşey birbirini öyle etkiliyor ki. hayat kararlardan ibaret, hepimizin kararlarından. ve kararlarımız dışında döngüye etki eden değişkenlerden.
-küçük şey yoktur.


vereceğin her kararın neleri etkileyeceğini hesaplayamazsın, çünkü herşeyi kontrol edemezsin. sadece neleri etkileyebileceğini göz önünde bulundurmalısın, en azından birşeyleri değiştirebileceğinin ki zaten birşeyleri değiştirmekte olduğunun farkında olmalısın.

herşey bir soru ile başlar, diğer sorular ile devam eder, bir soru bir diğerini doğurur, cevaplar ise karanlık içerisinde bulacağın çatlakta gizlidir. ve bazen her yer çok karanlıktır.

find the crack
---

in a place, someone is playing guitar to someone. in another place, someone is telling stories to wind for someone. (=

2 Ağustos 2011 Salı

değil

duyarım sözü, bu sözün bir özü yok - değil
başımdaki puşi olsada aklımdaki puşi - değil
dinleyen az diye söylenecek söz yok - değil
gözündeki yaşı yüreğinden gelen ruhlar bulunmaz - değil
biliyorum bizden artık dünya içinde çok - değil
hayat çizgisi sandığın kadar düz - değil
zihnini yeni olasılıklara açmak çok zor - değil
hatralarımız var bizim unutulmaya yüz tutmuş - değil
gerçeği hayalinden daha güzel - değil
ve düşlerimiz, çok ulaşılamayacak bir yerde - değil
-------
belki şimdi aklım yerinde veya değil
uçurumdan atlarsın onunla veya değil
oyuncak olsanda pil gerekli veya değil
hayatta kalma şansım hergün elimde veya değil

29 Temmuz 2011 Cuma

22 Temmuz 2011 Cuma

Beni siz delirttiniz! Evet! - Esra Parlak

Alışagelmiş birçok insan. Alışıgeldikleri gibi sevip alışageldikleri gibi yaşayıp alışageldikleri gibi terkediyorlar; insanları, dünyaları, dünyayı.. En değer veren kişilere oluyor tüm nankörlükleri.. Elest meclisinde En Değer Veren'e verilen sözün unutulmasından belli.. Dünyaya nankör diyorlar sonra. Onların hizmetine verilmiş ama onların mahvettikleri bu harika gezegene.. Adına sonra normal diyorlar tüm bunların.. Sen deli oluyorsun..

Alışamadım bi türlü bu düzene. İçimde bi yer hep o sözü verdiğim günkü gibi kaldı.. Alışılagelenden nefret ettim hep. Belki tek isyanım budur 'Neden' diye sorduğum.. Başka ne düşündürmeli insanı, ne üzmeli, bir şey varsa sorulacak bundan daha değerli ne var? Bırakın artık ne olur.. Gitmek kalmaktan daha normal değil. Vazgeçmek sevmekten..


20 Temmuz 2011 Çarşamba

sinopbaz.

kuzey;
her zaman farklı şeyler hisler getirmiştir bana, rüzgar bir farklı güneyden kuzeye dağları geçtikten sonra.
uzasan göğe ersen, cücesin şehirde sen - bir dev olmak istersen, dağlarda şarkı söyle.
yazacak çok fazla düşüncem olduğunda yazacak hiçbirşey bulamıyor gibiyim. ben konuşmayayım o zaman buyurun ;)

kaptaan said sparrow

bakışım ablam ve kuzenimede yayılıyor..



1

2?


mm şey, fotoğraf yan değil.

A. Said Parlak
20.07.2011 - Sinop/Turkey

11 Temmuz 2011 Pazartesi

diyaloglar.

bıyıkları yeni terleyen bir çocuk. hava sıcakmı sıcak, aynı binadan çıkıyoruz, bana bakıyor;

*pizacıı ağabeeey
-he kardeş
*hangi pizadansın (motora bakar ve) haa dominoss
*(gözü motorda, bisikletini yanına çeker) hayat sana güzel be ağabey
-bisiklette iyidir
*bu sıcakta pedal çevirmek zor oluyor be ağabey
-ekmek parası içindir (?)
*he ağabey
-Allah kolaylık versin kardeşim

benden önce ayrıldı, yollarımız ayrılana kadar onu geçmedim, dükkana kadar(da) hızlı gidemedim.  aslında çok farklı değildik, herkes gibi, sen gibi ben gibiydik.

doğu afrika da bir kampta şuan açlık yüzünden günde 3 kişi ölüyor. biz ise tokluk yüzünden ölüyoruz.

9 Temmuz 2011 Cumartesi

ben temmuz 2011

2 haftadır hergün saatlerce motosikletin üstündeyim. trafik, beklemek hiç güzel şeyler değil. hele motorun üzerindeysen, hava 35 derece ve başında kask varsa daha kötü. ancak bir süreden sonra beklemek katlanılabilir seviyede alışılabilen bir davranış halini alıyor. ancak bir grup sürücü var onların davranışları tabiatıma aykırı ve alışamıyorum. ağızlarında küfür, hem suçlu (olduklarınıbilmeyip) hem güçlü (olduklarınısanıyorlar), hiç kavga etmedim ancak ne kdar daha sabredebilirim bilmiyorum. başımdan kaskı çıkarıp adamın birinin suratına vurduğumda dağılmış suratıyla hayatına devam etmesine içim elvermiyor birtürlü o gruptaki insanların. ya ben çok safım, ya onlar çok şanslı, yada her ikiside. ha bide trafikte korna gerekli, hele küçük bir taşıtsanız motosiklet gibi, bazen farkedilmek için korna hayatınızı kurtarabiliyor. ancak kornanın uslubu var arkadaş. gereksiz yere hayvan gibi kornaya basanlar yukarıdaki gruptan, onlar içinde birkez daha bana sabır dileyin. ben kavga sevmiyorum.

iş hayatı çok değişik, öğrencilik ise şahane. insanlar birbirlerini kullanıyorlar, birbirlerinin açıklarını arıyorlar, birbirleriyle didişiyorlar, patronlar para kazanmak için türlü numaralar yapıyor. ne kada kötü bişey bu yahu. ilerde kendi işimi kurmayı düşünmeye başladım. büyüdükçe yüreğime sığmayan, beni ben yapan ne varsa hepsinin bu dünyaya, bu düzene çok aykırı oldugunu farkediyorum. bazen gerçekten dayanamıyorum. ve ne yapacağımı bilmiyorum. sadece inanıyorum.

gözlerim kapandığında.

2 Temmuz 2011 Cumartesi

to marlis;

sen bir ince ruhsun, gündüzleri esen rüzgara sorduğum, geceleyin gökyüzünde aradığım.
sen bir masalsın, benim kurduğum.

30 Haziran 2011 Perşembe

birşeyler..

biliyormusun ben boş durmayım, çalışayım diye işe girdim. dominos pizada motorcuyum. işi bulmam 15dk sürdü. iş yok diyenlere inanmıyorum.
hani pizaların koyulduğu kutular varya, onları biz katlıyoruz onları katlarken dinleniyorum, aklıma yazılacak birsürü şey geliyor. bir şiir, ben olmak; ben neyim? yakında yazacağım, ilk defa bir anda değilde birkaç bişeyler karalayıp zaman zaman düzelterek birşeyler yazacağım, belkki değişik olur.
çeşit çeşit insanla karşılaşıyorsun hizmet sektöründe. gözleri ateş saçan, gözlerinin feri olmayan, kel, kıvırcık, şortlu, atletli, düşünceli, cömert, iyi niyetli, aceleci, çekingen, kızgın.. bugün başıma garip garip olaylar geldi;



*evet motordan düştüm, hızım sanırım birazcık fazlaydı o yol için, birazcık daha dikkat etmem, ve birazcık daha az dikkat etmem gerekliydi. zaten olacağını bilsem bunun ismi kaza olmazdı.
*eve pantolonumu değiştirmeye geldim, şirketin motorunu bırakıp kendi motorumu aldım. evin aşağısına motor koydum, aşağı tekrar indiğimde motorumun koltuğunda sigara izmariti vardı, ve delinmiş deri koltuğum, insanlar hakkında kötü düşünmeyi sevmiyorum, böyle birşeye ne gerek vardıki şimdi?
*telefondaki arkadaşa yanlış adres veren kazım bey, yanlış gittiğim adresteyken arayıp gecikeceğimi söylediğim halde -sanırım gittiğim inşaat şirketi ofisinin sahibi- birşeylerine güvenerek kendisini dağların en tepesine koyarak, konuşma uslubunu ayarlamayarak benim ne zamandır atmayan, çook uzaklara gizlenmiş şalterimi bulup attırdı. olay pizanın 40. dakikada kapısına gelmesi ve 30dk bedava yazısını göstererek burda ne yazıyo kardeşim diye değişik tavırlar takınmasıyla başlayıp, en son cüzdandan 50 - 100 liralarının arasından para seçerken küçümseyici gülüşüne dayanamyıp "gülünecek birşey yok bence" dememle beraber beyfendinin gururu incindi ve pizaları uygunsuz uslupla iade etti.


-daha fazla dikkat, motorun üstündeyken herşey unutulur. ancak motorun sadece hobi olabileceğini, zevk için binileceğini, iş için devamlı olarak kullanılmayacağını sandığım düşünceler yada böyle bişeyler kafamda.
-bazı insanlar kimseyi düşünmez; bana göre her insan herşeye alışıp herşeyi değiştirebilir, ancak bu bu kadar olumlu birşeyken ben neden boyun eğmeye, alttan alıp altta kalmaya alışma eğilimi hiç göstermiyorum? kendimlemi çelişiyorum?
-insanlar ceplerindeki 20 lira parayı başka birine verecek diye kendilerini bir üstün saymamalılar. lütfen hizmet sektöründe çalışanlara anlayış gösteriniz.

dipnot: düştüm motordan, pek birşeyim yok. ilk maaşıma mont alacağım. almassam hatırlat emi. cicci.

22 Haziran 2011 Çarşamba

bir zehirdir 'tavsiye' bazen.

-ne sağır, ne körmüşüm. anlamını çıkarmak istediği bir yazıyı okuyan biri, işaretleri ve harfleri küçümsemez; yanılsama, rastlantı ve değersiz bir kabuk diye bakmayıp okur, inceler ve sever onları, her harf karşısında böyle davranır. oysa dünya kitabını ve kendi varlığımın kitabını okumak isteyen ben ne yaptım? işaretleri, harfleri hor gördüm, görüngüler dünyasına yanılsama, dedim; kendi gözümü ve kendi dilimi nasılsa var olmuş değersiz nesneler saydım. olamaz böyle şey, geride kaldı bu artık uyandım.

-yüzünde yorgunluk okunuyordu, mutlu bir hedefe ulaşmayan uzun bir yolda yürümenin verdiği yorgunluktu bu. yorgunluk okunuyordu yüzde, yeni başlayan hazan mevsimi okunuyor, gizli tutulmuş, heniz söze dökülmemiş, belki bilincine bile varılmamış bir korku okunuyordu; yaşlanmaktan korku, hazan mevsiminden korku, ölecek olmaktan korku.

-ah keşke bir yıldırım düşse üstüne, onu cansız yere serseydi! kaplanın biri çıkıp gelse de onu yiyip yutsaydı, bir şarap bir zehir olsaydı da onu hiçbir şey duyup hissetmez duruma soksaydı. her şeyi unuttursaydı ona, uyusa ve bir daha uyanmasaydı!  (hiç böyle hissettin mi :)

-ırmağın simgelerinden bir tanesini gördü ancak, bu da ruhunda bir çalkantıya yol açtı. gördü ki bu su akıyordu hep, sürekli akıyor, ama hep yerinde duruyordu, aynı suydu hep, ama yine de her an yeniydi! oh, kim kavrayabilir, kim anlayabilirdi bunu!

- dinlemeyi öğrenmek gerekir; dinlemeyi öğreniyordu en başta, sessiz bir yürekle, belkeyen, dışa açık bir ruhla, içinde tutkulara, isteklere kulak vermeyi öğreniyodu, yargılara, görüş ve düşüncelere yer vermeden.

-biliyorsun çünkü, yumuşak sertten güçlüdür, su kayadan güçlü, sevgi zorbalıktan güçlüdür.

17 Haziran 2011 Cuma

şey

bide benim dilim fazla uzamış sanırım. herşeyi bilmemden kaynaklanıyorda olabilir. babama arada bir saygısızlık ediyorum. babam bişey demez bana. ama ben böyle bişeyler bidaha yapmamalıyım.

hele bir bugün oldu.

dışarda yağmur yağıyor, haziran ayının on yedinci günü. isa'nın doğuşundan 2011 yıl sonradayız. upper intermediate kurunu başarıyla bitirmemden bir hafta sonra proficiency sınavının ikinci gününün ortasındayız. evi alt katta olanlar yağmur sularından etkilenmez inşallah.



sınavlarım iyi geçti, beklediğimden iyiydi en azından herhangi bir olumsuzlukla karşılaşmadım. sanırım yaz okulu maz okulu demeden bitireceğim bu akademik yılı. sonuçlar çarşamba, sizinle paylaşırım.
ispanyolca sevgisi başladı bende, hoşuma gidiyor, bu yaz öğreneceğim az biraz.
bu akademik yılda bana yeni yeni şeyler öğreten, murat çoban, şule öz, sibel taş ve hatice bayındır hocalarıma sizin huzurunuzda teşekkür etmekte istedim. teşekkür ederim.

bi değişiklik olsun dedim, ttnet ten çıktım turknet e geçtim. çok daha hesaplı ve bağlantı farkı yok.
siddhartha diye bi kitap okuyorum (hermann hesse) çok ilginç, yukarıda bahsettiğim hatice hocam hediye etti.

havalar ısınmasın be böyle güzel, ben seviyorum yağmuru, getirdiklerini. fakat daha fazlası ekinlere meyvelere zarar, durabilir yağmur ama sıcak olmasın, bayılcak gibi oluyorum. en kötü yanıda hiç bayılmadım :D

7 Haziran 2011 Salı

ilişkiler

insanlarla olan ilişkilerim, insanların birbirleriyle olan ilişkileri, ilişkileri tanımlayan kavramlar bu ara aklımı kurcalayanlar arasında. kavramların yanlış kullanıldığına, karıştırıldığına, değersizleştirildiğine inanıyorum. insanlar çok çabuk unutuyorlar, bazı değerlere çok az önem veriyorlar, bazı davranışlarıda çok gelişigüzel. evet şuan sana insanları şikayet ediyorum. bir insan içtiği bitirdiği su şişesini sonradan atmak üzere sıranın altına koyup unutabilir, ancak bir insan bitirdiği su şişesini sonradan hiçbir eyleme geçmemek suretiyle sırasının altına atmamalı. bu bir örnektir bazı şeyleri az umursamakla ilgili, bunu ilişkilerle ilişkilendirecek olursam, insanlar bazı arkadaşlarını işlerinin yoğunluğundan ve bisürü bisürü şeyden dolayı ihmal edebilir, sürekli karşı taraftan ilgi bekleyip ki böyle durumlarda çok saçma gelmiştir bana çünkü iki tarafta birgün görüştü ertesi gün birbirlerine dönmeyi karşı taraftan beklerlerse 4832748 görüşemezler ve bigün görüştüklerinde 'sen sanki hiç aradın mı' gibi bir cevap alırlar buna çok sinir olurum. lakin bazı insanların ilgi alanı yada öncelikleri arasında unutulan arkadaşları hatırlamak yoktur, böyle durumlarda ilginçtir.

yazının çok sıkıcı olduğuna kanaat getirip yarıda kesiyorum, ha yorum yapıp devam et dersen o başka, bişeyler yazmama rağmen artık insanların peşinden koştuğumu, ayda bir nasılsın dediğim insanları -ki hiç hal hatır sormayanlardır- ertesi ay tekrar nasılsın diyerek zat-ı hallerini rahatsız ettiğimi düşünmeye başladım. neyse işte öyle şeyler.

3 Haziran 2011 Cuma

bir yolda kalma hikayesi.

 Evet bu da oldu -gerçi ne bekliyodumki- yolda kaldım :D bir sigorta değiştirdim, yedeğide yandı, birincisinden sonra elimle götürdüğüm motoru ikincisinden sonra sönük ışıklarlada olsa -malum tecrübe işte- eve kadar getirmeyi başardım.ama tüm bunları ben hakettim, 3günde sadece bir defa brandasını kaldırıp baktım o da bana küstü. neymiş sarven'le şaka olmazmış hıı.
                             Sarven masum rolü yapıyor, baksanıza boynunu nasılda eğmiş, hergele!

Ve dün gece yerde uyudum belimin ağrısından, belimin neden ağrıdığını da sanırım anladım, yukarıdaki resimde gördüğünüz ismi lazım değili iki bacağını üstünde durdurayım diye - orta ayaklığı açmak - 180 kilo olan yoldaşımı az biraz kaldırmak zorunda kalıyordum. bugün beni yolda bıraktı, bir değil iki sigorta yaktı, garajda gözlerini benden kaçırırkende tek ayak üstünde bırakmamamı istedi utanmadan, tamam dedim bırakmayım, yaa bismillah deyip tam iki ayağında doğrultmaya çalışıyordum ki 4. seferde yapamayınca belimin katır kutur ettiğini - niye katır kutur ettiğini - anlamış bulundum ve tek ayağının üzerinde bıraktım geldim hergeleyi. millete rezil olmasın diye de üstünü örttüm -malum geceler soğuk.

Bu da yanan iki tane motosiklet aküsü sigortası, ben ilk defa gördüm, bilin böyle şeyleri yahu. 

Ellerimle ite ite frekans müziğin yanına getirdiğim motorumu küçümseyen sercan abime :D yedek sigortayı çıkarmaya yardımcı olan enes abime iyi dileklerini sunan engin abime, telefonla bana yol destek ekibi olarak yol gösteren serdar abime, asıl sorunu anlamak için bana yardım edecek şevkete teşekkürler..

27 Mayıs 2011 Cuma

comrad

gerçi bu seneki akademik yıl tam olarak bittiğinde "vay be bir sene ne kadar da çabuk geçti" gibisinden birşeyler yazarım sanırım, ancak bir seneye yakın zaman da ayrıca çok çabuk geçti.
bugün değişik birşeyler yapmış olduk, ana kampüste ingilizce münazaraya katıldık iyiydi gerçekten değişik bir tecrübe oldu. (sonucu sorma :p)
insanın benzinle alakası olmayınca benzin fiyatlarıylada alakası olmuyormuş, benim motor sanki cebimi çok yakacak gibi duruyor.


ahh ahh gene dertliyim ha. biliyomusun artık bazı şeylerden emin olmaya başladım, örneğin bir insanla tanıştığında genelde şöyle oluyor; kıyafetlerden, maçlardan, televizyondan, görünüşlerden, davranışlardan konuştuğunda herşey çok güzel, hatta birazda yavşak olursan insanlara karşı hemen seni benimsiyorlar yok diğer türlü düşüncelerden, hareketlerden, zamandan, uzaydan, felsefeden -ki aslında hepsi dünyayı daha fazla umursamaktan geçen olgular- konuşunca amanın ne göreyim uzaklaşıyorlar benden :D sanırım birincisi hiçbir zaman olamayacağım (: sanırım dünyada meşhur "düşünen adam" heykelinin parklarda, kütüpanelerin önünde, parlementoların etrafında olup, bizim ülkemizde düşünen adam heykelinin bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesinin bahçesinde oluşunun bir nedenide bu. ancak inanmıyorumki sorun bizim ülkemizde değil; sorun dünyada :D :D dünyayı daha güzel bir hale getirmek için çalışalım ;)

23 Mayıs 2011 Pazartesi

domatesaid

ders çalışmam lazım. mızmızlanacak yer arıyordum bari buraya mızmızlığımı dökeyim dedim. evet hiç ders çalışmıyorum sınava az kaldı ve çalışmazsamda kalırım sanırım hazırlıkta. e bi gayret 2 buçuk hafta kalmışken yavaştan yavaştan şu uyuşukluğu üzerimden atsam diyorum ama bunu buraya yazarken bile esnediğime göre baya bir yol almışım demektir.

defterimi yanıma alsam ara ara yazasım geliyor, ancak yazdıklarımın kalitesi ve içeriğinden hiç memnun değilim. o kadar saçma basit ve anlamsız geliyorki sırf yazmak için yazmak gibi.
bazen kırk yıllık hatrı vardır diye zamanında kahve içtiğim arkadaşlarıma "nasılsın?" diye bir mesaj atarım. bazıları 'kimsin?' diye geri döner bana, bazılarıda 'birşey mi oldu?' derler. birkaçı 'ooo said naber' derken 'iyi sen?' diyenlerde olur. hepsinin hakkında uzun uzun düşündüğümü, attıkları bir mesajla beni sevindirip yada beni üzebildiklerini yada benim bu kadar saf olduğumu biliyorlar mı acaba?

19 Mayıs 2011 Perşembe

hadi bakalım


yav arkadaş sanırım yakında motosiklet günlüğü 2 yi çekicem yakında.
bugün biraz uzaklaşıp hem tabiri ve geleneği üzerine motorun tekerini doğrultmak için millete baklava dağıtacağıma bonibon dağıtırım dedim ve gimata gittim motorla.
yolculuğun ilk safhalarında kırmızı ışıkta çok çok beklemeyim arkalarda aralardan geçiyim derken aynam bikaç aracın aynasına çartptı baya bi korna yedim, neyse artık yapcak bişey yok deyip içimden özür dileyip bu konuda ders çıkardıktan sonra yoluma devam ediyordumki sanırım o araclardan birinin sürücüsü arkamdana bana yaklaşıp sollarken kafası bana dönmüş şekilde güzelce bi biiiib leyip kuru kalmasın diyede kornasının biib inede basmayı unutmadı.
eğer motosiklet kullanıyorsanız bunu herkes söylerdi daha önce, dolmuşcular seni takmaz, otobüsler sıkıştırır ölmen umrunda bile değildir, arabalar gereksiz yere yaklaşır, insanlar sanki çarpsan onlara hiçbişey olmuycakmış gibi önüne çıkarlar umursamazlar. evet eğer motosiklet kullanıyorsan sen trafiğin küçüğü, görünmezi, sayılmazı, ve tanı olarakta "delisi" oluyorsun. aynı zamanda özgürü, ruhu, canı, herşeyisin.
ışıklarda yanına geçtiğim bir dolmuş sanki benimle yarışcakmış gibi tamponunu benim önüme kadar hizaladı. sanki sidik yarıştırıyoruz. bilmiyorki benim kaportam kendimim! daha sonra yokuş aşağı çok düşük hızda 5-10km ile giderken önüme bir adam çıktı, yav adam gitmiyor kornaya basıyorum yavaşlayımmı hızlanıyımmı geçicekmi gidicekmi hiçbişey anlamadım ön frene bastım ön teker kaydı ve neredeyse duruyor hızda yana düştü motor. adam yüzüme bakıyor, kaskı çıkardım arkaya koydum, "abi dikkat etsene biraz" dedim, adamda tepki yok. çok şükürki etraftaki adamlar insan bi özür diler gibi tepkilerle bana destek çıktılar ki o zaman anladım; düşük hızda düştün ilk defa, motorun ilk defa yan yattı, pek bir sorunda gözükmüyor, sende bişey yok, etrafındaki insanlar geçmiş olsun diyor, anladımki herşey güzel (=


evin önüne geldiğimde tüm veled-ül zihn-i mubarek-ül eftamintokofti çocuklar etrafıma doluştular, hepsi motorun bi tarafından çekiştiriyor. herkes abi bende biniyim abi arkaya biniyim abi şu düğme ne abi abi abi abi.. yahu ne diyebilirimki minnacık çocuklar ben çocuklara kızamam hiç yani bi türlü beceremediğim şeylerden bitanesidir, neyse bitanesinin babası motoruma düşündüğü garajın projesini bana anlatırken yan çantamdan bi kutu bonibonu abiye verip abi bunu çocuklara dağıtsana onlarada aldım diyince çocukların gözlerini görmek muhteşemdi. ilgi motordan bonibona kaydı tabiki. tek teşekkür edense içlerinden büyüyünce en serseri olacağını düşündüğüm ve sanırım içlerinden tek erkek olanıydı.

bu gerçekten güzel birşeydi, siz de alın bir motosiklet beraber grup sürüşü yapalım (:
bu kadar yazmışım bi açayımda izleyeyim bari filmi (:

16 Mayıs 2011 Pazartesi

erkek adamın motorunun farı yuvarlak olur!

şimdi sana bir günümü anlatacağım;
dün gece uyuyamadım doğru düzgün. zaman geçmedi birtürlü sabah olmadı, akrep yelkovanı kovalamadı. bir önceki böyle yaşadığım geceye nazaran bu sefer sevgilim beni terketmemiş olması bir avantaj gibi görünsede terkedecek sevgilim bile olmaması normal sayılabilir. sabah kalktım eveet motor almaya gittim arkadaş. bildiğin ne zamandır sayıkladığım motora sonunda kavuşcaktım. motoru getirdik eve. herşey güzeldi bikaç birşeyi eksikti onlarıda yaptık, halen eksikleri var ama birazcık param olursa ilgilenebileceğim sorunlar. fotoğraflarını ekleyeyim.

dönüşte benzinlikte çektim, parmağımıda mazur gör.

bu bence özel bir foto. frekans bir müzik evi. bu arka plandaki arkadaş enes abi.
ben burada kısa zaman içinde çok güzel insanlarla tanıştım. reklam gibi olsun (:
son olarak bugün ilk defa hayatımda vakit bulamadığımdan yemek yemeye fırsatım olmadı. kahvaltıyla akşam 8 arası sadece bir poğaca simit karışımı birşey yiyebildiğimden eve gelince yemeğe atladım. oda midem küçülmüş sanırım rahatsızlık verdi, yemek yiyeli 2 saat olmasına rağmen halen çok açım :D zaten beni tok gören de pek olmamıştır.
ha bide küba ogün konuşmasaydık ben bunu alamıycaktım sanırım (: 
Miras değil alın teri :P
_

15 Mayıs 2011 Pazar

istemek

şuanda gerçekten yazmak istedim. hemde birsürü ellerim ağrıyıncaya kadar. ve bir tepede olsam rüzgarıda hissetsem güzel olurdu hani.ama yakındır birçoklarının tarihi.

bizim çerkez komşularımız var. bunlar bir ayrı. geçen sene ölen babalarının hayrına bir senedir birsürü şey dağıttılar. senesi geldiğinde ise tüm sülale toplandı yine. bildiğim kadarıyla bizim ailelerde yok pek öyle bir bağlılık. beni her seferinde şaşırtıyorlar gülümsetiyorlar. tabi bende her ihtiyaçları olduğunda yanlarındayım.

zamanında marlise söylediğim birşeyi size de söyleyeyim. belki gider hoşunuza; geceleyin yatmadan önce minik bir masal anlat ve gökyüzüne bırak sözcükleri. bilmiyorsan masal uydur, pek çaktırmazsan sorun olmayacaktır. anlattığın masalı dünya üzerindeki tüm uyumadan önce gözlerini kapattıklarında birşeyler duymak isteyen çocuklara gönder. sıcak olsun. demeki nasıl olur bu sen gönder ben biliyorum rüzgar götürecek ve fısıldayacak kulaklarına çocukların. (:

cüzdan taşımayı sevmiyorum, arka cepte hele hiç! eskiden olurdu cebimde kırışmış paralar ama şimdi itina ile cüzdana konuluyor sanki saygı duyuyormuşumda paraya.. saygı duyulan emek olmalı para değil, aç gözler doymadıkça emek ucuz ekmekse pahalı olmaya devam etmiyor mu?

benim bir kuşum var. muhabbet kuşu. ismi duman. bilen bilir biraz manyak bir kuştur bembeyaz. şuan farkettimki blogumda ondan hiç bahsetmedim. olurda birgün kuşlarda okuma yazma öğrenir bloga girer kendinden hiç bahsetmediğimi görür ve beni gagalar diye söylüyorum. severim seni dumancık.
merak edersen resmini atarım ;)

bu aralar hiç param yok. cebinde çok az parayla dolaşmak ne kadar güzelmiş, kendimi daha bir özgür hissettim. bikaç gün içinde bir fotoğraf ekleyeceğim. benim için anlamı büyük.

birde beni tanıyıp tanımaman önemli değil biliyormusun, eğer hayallerin varsa büyük yada küçük farketmez, yaşama başka bir açıdan bakıyorsan en azından deniyorsan, duvarların içinde değilde hiç değilse arasında olmayı seçmişsen benle konuşabilirsin. ben dinlemeyi severim.

14 Mayıs 2011 Cumartesi

-kendim hakkında bir şeyler

13.05.11 / 00.08
-kendim hakkında bir şeyler
Aslında hemen hemen her yazım kendim hakkında oluyor. Yaşadıklarımın bir dışa yansıması da denilebilir buna –belki. Şimdi size bir şeyler anlatacağım muhtelemen –yanlış yazdığımın farkındayım ancak karşımda otursan öyle söyleyecektim- bilmediğiniz bişey. Bugün bizim üniversitenin bahar şenliklerinin ilk günüydü.  Ben pek anlamam böyle üniversite şenliklerinden, pek gitmişliğimde yoktur birtek geçen sene Ankara üniv. Kine gittim birgünlüğüne para ödeyerek. Lisemdede yoktu böyle şenlik olayları. Ancak bilirim elmadağda köylerin kutladığı bahar şenliklerini ve 70lik rakıların değil 70lik ninelerin konuştuğu günleri. Gelelim günümüze, ben öyle bir insanım ki korkak desen yeri. Bir kıza,  saçma sapan bir müzik varken saçma sapan bir yerde yerden buluğun bir lirayı elinde göstererek “yerden bir lira buldum acaba sizin mi” diye sorabilen sonrada “aa demek paranın sizinle alakası yok” diyebilen ancak bu insana gidip tanışabilirmiyiz diyemeyen bir insanım. Bunun nedenini de biliyorum, her adımımı hemen hemen kafamda binbir şekilde düşünerek attığımdan olsa gerek, geleceğini tam kestiremediğim olaylara pek girişiyor sayılmam. Burada incecik bir ayrım var onu anlatabildiğimi umuyorum. Öyle işte sonra sağda solda korkaklıkla ilgili bişey duyunca “korkanın çocuğu olmaz” diyorum. Şuan kendime “hııı” diyesim geldi. Her şey bir yana yanlış otobüsle dönmek yolun biraz uzamasına neden oldu.

*blog arızalanmış, sayın mühendis abiler uğraşırken ben wordde yazdım. Hah bide bazen yazacağım şeyler metroda kafamda beliriveriyor ama unutuyorum klavye başına geçince.

ha bide Evel Allah tanıştık evvelden.

6 Mayıs 2011 Cuma

farkı fark etmek


1 mayıs! sıhhıyede insanlar elleriyle bir işaret yapıyorlar. ben onu barış işareti zannediyorum. birazcık düşündükten sonra zafer işaretide olabileceğini seziyor ve anlıyorum; zafer işaretiydi onların yaptıkları!
bana göreyse en büyük zafer barışla sağlanırdı.
 işte çok benzeyen iki aykırı işraretin -beni oldukça düşündüren- iki ayrı örneği.

                 Zafer işareti                                              Barış işareti

tek bir parmak hareketinin değiştirebileceği anlamlar gibi, tek bir söz veya davranışta birçok değişiklik meydana getirir. ve hayat kararlardan ibarettir.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

nedir bu.?

doğamın bana öğrettikleriyle insanların banaa öğrettikleri artık birbirini tutmuyor. 
her canlı yaşama hakkına, yaşamını sürdürme hakkına sahiptir değil mi? bu doğuştan elde edilen haklar aslında pek adil dağıtılmıyor. bazı haklar başkası tarafından yada doğa tarafından  verilmez, insanlar onları kendileri almaları gerekir. gerek davranışlarıyla gerek düşünceleriyle. bir insan sırf kalbi yeterince karardı diye başka bir insanın yaşama hakkını çalabilir mi? belki okumuşsunuzdur meşhur "uçurma avcısı" kitabında 'baba' isimli karakter oğluna tek suçun çalmak olduğunu; yalan söylersen başkasının gerçeği elde etme hakkını çalacağını, insan öldürürsen başkasının yaşama hakkını çalacağını vb. ifadelerle durumu özetliyor. ve haklı buldum oldukça. 
gel gelelim bazı insanların kalpleri gerçekten o kadar kararmış ki, kayda değer birşeyler göremiyorlar. ve onların yaşama hakkı varmı, veya bunu hak getire gerçekten hak ediyormu. 
suçluyu kazarsan içinden insan çıkar. bu yüzdenmidirki birde insanı kazıp içine bakmak lazım gelir?

sorgulayan insanları gerçekten seviyorum, bazı insanlarsa düşünen bir insan gördüğünde kalıplaşmış "felsefe yapmak" sözünü kullanıyor ki bu ne kadar vahim bir halde olduğumuzun göstergesidir bence. çünkü insanlar düşünmüyor, çok fazla üretip sorgulamıyorlar. bu da onları en azından duvarların arasında olmak varken, duvarların içinde olmaya mahkum ediyor.

belki yolunuzu şaşırırda okursunuz diye;
-gözde kökal isimli sıra arkadaşımı acilen iyileşmeye, öksürüp tıksırmayı bırakmaya ve çöplerini çöp kutusuna atmaya davet ediyorum. meşhur sosyal paylaşım sitesinden kendisini bulup kınayın.
-gökçe, dün gece rüyamda seni saçları düz gördüm, ancak rengi değişikti, güzel olmamıştı. bugün saçlarını düzleştirmişsin, rengi aynı ve güzeldi. yakışmıştı. arkadaşların seni avatara benzetsede ben öyle düşünmedim, ancak öyle düşünmediğimi sana söylemedim.
-orkun, daha az dolmuşa binmelisin. o dolmuşcu amcalar tekin değil.
-sidar, yaz geldi yürü artık. anca gidersin.
-dilay, yada coco mu desem acaba, blogun güzel ancak çok fazla renkli benim okurken gözlerim renklere takılıyor. gerçi buda güzel birşey, aslında bu benim başarılarının devamını dileme şeklimdi.
-yiit, sana söylemek istediğim bisürü bisürü şey var, kırılırsın siye söylemiyo değilim kırılmazsın benim laflarıma. ancak insanlarla olan ilişkilerini bi gözden geçir.
-safa, sen de bi uçurtmadır tutturdun. sana diyorum bu kadar boş vaktin olmasın. boş vakitler insanı uçurur.
-cankız, ehliyeti alınca o at çiftliğine gidelim.
-küba, geçen sene bu zamanları bi hatırlasana. metrodan eve giderken ne konuşuyorduk!
-marlis, yazı yazdığım defterimin ilk sayfasında blogundan bir şiirin, alıntısı ve ismin olduğunu biliyor musun?
*diğerleri beni takip etmeye devam edin / öyle bir kesim varmı hiç bilmiyorum ha :)