İhsan Oktay Anar - Galîz Kahramanları (Sayfa 41-42)
"Rahmetli dayısı da bir vakitler aynı fabrikada çalıştığından, işin iç yüzünü biliyordu! Çünkü müteveffâ dayısı, raya girmeden önce bizzat kendi atölyesinde günde altı saat çalışır ve evini geçindirirdi. Ama iflas ettikten sonra bu hanımın babasına ait fabrikaya amele olarak girmiş ve adamla bizzat konuşmuştu! Zerdüştün dediğine bakılırsa dayısı, fabrika sahibine, "Ben altı saat çalışıp imalat yapınca insan gibi yaşıyordum. O yüzden senin fabrikanda da altı saat çalışıp insan gibi yaşama niyetindeyim" deyince hayırsever fabrikatör bunu bir şartla kabul etmiş ve dayıya "Elbette! Altı saat çalıştıktan sonra ücretini tamamıyla alır ve evine gidersin; ama sen gittikten sonra bir altı saat 'bedava çalışacak birini' bulursan!" demişti. İşte! Bedava çalışan kişiye ancak köle denirdi. Dolayısıyla günde on iki saat çalışan dayı, ilk altı saat hür, ikinci altı saat köle olmuştu. Hatta ve hatta, iki asır evvelki kölelerini yedirip içirip giydiren köle sahipleri daha da insaflı sayılırlardı. Şimdikiler tasarruf için bunu da yapmıyorlar, Git altı saat yemen içmen giyinmen için çalış, sonra gel fabrikama ve bana altı saat boyunca kölelik et!" diyorlardı. Kısacası kadim efendilerin köleler üzerinde mülkiyet, şimdimdikilerin ise zilyetlik hakkı vardı. İşte! Allahu Teala'ya teslim olup da günde beş vakit salaha ve felaha davet edilen hür insanların, her öğlen saat bir'de fabrika düdüğü öter ötmez patronlara kölelik etmeye başlamaları galiba dine pek sığmazdı. Zaten her dini bütün kişi "abdullah" yani "Allah'ın kölesi" değil miydi? Herhangi bir "abdullah"ın bir kölesi, yani bir "abdulabdullah"ı varsa, köle sahibi bizzat kendisini şirk koşmuş olmayacak mıydı? "Şirket" işte buydu! Ama fabrika adama babasından miras kalmamıştı..
Ben bu yazıyı henüz okulda öğrenciyken yine blog sayfamda alıntı olarak paylaşmıştım. Ancak bu kadar anlamlı gelmemişti :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder