7 Haziran 2014 Cumartesi

kendini engelleyen adamın anlattıkları (1)

Bir kitap okuyordum, neredeyse sayılamayacak kadar çok ana karakteri olan çözümlenemez bir kitaptı. Karakterlerden ikisi; bir yaramaz kız çocuğu ve onun en sevdiği arkadaşı sayılmayan ancak hoşlandığı bir çocuktu. Yaramaz kız çocuğunun adı fil olsun, oğlanın adı ise filinta. Bizim Fil ile Filinta bir gün koskoca ağaçların olduğu bir yolda yürüyüp muhabbet ederlerken laf döner dolaşır ve Filinta'ya 'sen  kendini engelleyen adamsın.' der.

Aradan yıllar geçer ve kendini engelleyen adam büyür ve bisikletiyle hindistana yolculuğa çıkar, amacı bir budist tapınağına kabul görüp kendinin de ne olduğunu bilmediği aradığı 'şey' i bulana kadar orada vakit geçirmektir.

Kendini engelleyen adam anlatıyordu;

Daima yürümeyi tercih ettim, yürürken hayal kurdum, bazen hayallerimde dahi hayal kurar olmuştum. Bazen bunu o kadar abarttım ki bunun bana zarar verdiğini düşünmeye başladım. Oysa tek ihtiyacım olan bu hayalci benliğimi anlayıp hayallerime ortak olabilecek hayalimdeki arkadaşı bulabilmekti.

Daima yoldadır insan, biliyorum bazılarınızın aklına asfalt veya toprak yollar geliyor 'yol' denilince sadece. Ben henüz ilk okula giderken babam 'her erkeğin ihtiyacı olan tek şey bir amaçtır' demişti. Babamı kaybettikten çok sonraları ne demek istediğini anlayabilmiştim. 'Hayata karşı bir duruşun olacak' dediğinde babam, ben lisedeydim. Hayatın karşısına geçip durmak istemiş ancak hayata karşı sağlam durabilmek için hayat ile el ele tutuşmak gerektiğini daha sonraları anlayabilmiştim.

Bazen sırf robot olmadığımı kendime kanıtlamak için bir şeyler yaptığım oldu. Hayatta birçok şeyi sadece kendimi tatmin etmek için yapan, kimseyle bir alıp veremediği olmayan değişik bir tür bencildim. Birçok ülke gördüm, onlarca şehirden geçtim ve yüzlerce insanın ağladığına, güldüğüne, nidasına şahit oldum.

Ben değişik bir tür bencildim dedim, kendimi çok önemser heyecanımın peşinden giderdim. Kendimi hiç önemsemez ve soğuktan yağmurdan ıvırdan zıvırdan şikayet etmez, korkmazdım. Bazı insanlar vardı 'cereyanda kalmaktan' ve bedenlerine 'soğuk girmesinden' ödleri kopuyordu. Anlaşılan o ki soğuğu tıpkı bir mikrop yahut adamın etine saplanan bir bıçak gibi maddi ve cisimsel bir şey zannediyorlardı. Bu bakımdan "soğuk" onlar için iptidai halkların totemi gibi maddi olmak yanında bir kütleye de sahipti. Soğuk aynı zamanda 'tabuydu'. Cereyanda kalmamanın yanı sıra işte bu yüzden 'taşa da oturmazlardı'. Çünkü oturmak suretiyle bu tabuya dokundukları vakit soğuk, sert ve katı bir ejderha gibi bulabildiği ilk geçitten bedenlerine girerdi.

Soğuktan korkmayan ve hayallerimi hayallerine katıp onları benimle yaşayabilecek bir insan ararken günden güne yoruluyordum.. Anlıyordum yaşlanıyordum..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder