15 Aralık 2017 Cuma

Gibi

Artık hangi ülkede yaşarsam yaşayım, tatmin olamayacağım gibi.
Artık hani şehri seversem seveyim boş gelecek gibi.
Artık hangi işte çalışırsam çalışayım anlamsızlaşacak gibi.
Artık hangi hayali kurarsam kurayım yıkılacak gibi.
Ve artık ne kadar yemek yersem yiyeyim doğmayacağım gibi :)

Biraz daha kıvırarak yazsam "dünya insanı" oluyorum derdim ama bunu diyebilecek seviyede değilim.

İnsan ne ile yaşar çoktan çözdüm sanırdım, ama bu konuda da tekrar yanıldım.

Sanırım beni bu hayata bağlayan tek bir şey kalıyor, etrafımdaki insanlar. Ancak onlardan da özlediğim -ve belki beklediğim- iki derin laf, iki bakış, iki hayat ve dünya muhabbeti.

Bu şu sebepten dolayı diye tahmin ediyorum, mesela bir köye gidiyorsun birisi düşünüyor ki geldik takıldık gittik köy işte amaan. Ama birisi düşünüyor ki köy: köy hayatında pazartesi yoktur, her gün hemen hemen aynıdır. İşte ben bu ikinci konuşmayı o kadar özlemişim ki.

Kemalettin Kamu  bingöl çobanları ile sohbet edip onların içine karıştığında şu şekilde aktarıyor bir hayatı, bir ömrü:

Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski, yeni;
Kuzular bize söyler yılların geçtiğini. 
Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek; 
Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek, 
Dolaştırıp dururuz aynı daüssılayı; 
Her adım uyandırır ayrı bir hatırayı:

Bu adam dünyayı farklı görüyor, çobanın derdi ile dertleniyor. Anlık da olsa kendini onun yerine koyuyor, şiirinde onu yansıtıyor. Ben demiyorum ki herkes gelsin bana şiirler okuyarak yaklaşsın. Ama öyle değil işte mesela kalbi güzel bir insan diyor ki "taşıt içerisinde ters gittiğimde benim için sıkıntı yok, ama ters gidince midesi bulanan insanlar olduğunu bildiğim için o koltukları meşgul etmek istemem, ve özellikle ters otururum". Ve bu insan bunu sen sormadan söylemez. Bu onun hayatında küçük bir detaydır ve bu tarz detaylardan belki binlerce vardır.

Aynı zamanda ben demiyorum ki böyle düşünmeyen, empati yapmayan insan sığ insandır. Böyle bir şey söylemek ve düşünmek haddime değil. Ben sadece bir özlemimi dile getirdim.

Ben yazıyorum elimden geldiğince düşüncelerimi duygularımı cümlelere çevirmeye çalışıyorum. Cümlelerim tam olarak düşüncelerimi ifade edemez, ancak çabalıyorum. Bu blogda kendimi anlatıyorum, kendim ile olan yolculuk içerisinde sizin de kendinizden bir parça bulabileceğinizi düşünüyorum.

Ve henüz kaybetmeden, ama kazanmadan da yazdığım şiiri hatırlıyorum. Şimdi bu gemimi yine fırtınalı denizlere doğru sürüyorum.
__

Sonradan bir kısa hikaye eklemesi:

Dört yüz yıl önce Konstantinopolis isimli bir şehirde soğuk mu soğuk bir kış yaşanıyordur. Sokakta yoğurt satan yoğurtçuyu duyan Ali oğluna seslenir.
- Oğlum bir kap getir de yoğurt alalım. Oğlu cevap verir. "İyi de baba bizim zaten yoğurdumuz var, yoğurda ihtiyacımız yok ki" der. Ve Ali gülümser.
- Bizim yoğurda ihtiyacımız yok ama belli ki onun bize ihtiyacı var, baksana bu soğukta sokaktan üçüncü geçişi.

Eklemeye ekleme:
Bu hikayeyi eklememin nedeni yazılarım benim çok depresif oluyor. Yani normal hayatta bilenler bilir güleç bir insanım. Ve bu sefer mutluyken sadece beni mutlu eden ana odaklanmak, bakalım ilerde ne olacak çok düşünmemek, elimden geldiğince bu mutlu anlara sarılmak ve denemek istiyorum. Sonuçta gelecek pek de öyle kontrol edebileceğimiz bir şey değil..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder